Tomris Uyar – İpek ve Bakır

Bu, o gülüş... Ona göstermiştim gülmüştü. Tam beklediğim gülüştü. «Çaylarımızı içerken nasıl surlardan    konuşmuştuk...» Bu şehirde duvarların soluk aldığını, taşların boyuna kaydığını, bir şeylerin boyuna değiştiğini. Konuşmalarımızla bir şeyler kattık o öğleye, o kahveye. Dışardan biri bile sezerdi değişikliği. Neden bir daha alıp başımızı gitmedik öğle tatillerinde? -Okuldaki ders-arası konuşmalarımızı düşünüyorum da, -diyorum-, o günün... Continue Reading →

Yaşar Kemal – Bu Diyar Baştan Başa

İnsan Ve Orman                                                                                                                                          «Bunları hep Allah mı yakmış İbrahim Emmi?...» «Allah, Allah yavrum...  Yoksa bunca yangını çı­karmağa köylünün gücü yeter mi? ... Köylü Dövletinin ormanını hiç yakar mı?  Bizim hepimiz biliriz ki! Çam gider, çalı kalır. Kum giderse, kaya kalır.'  Köylü bunu bilir.» Kendimde olmadan gülümsüyorum. O da bıyık altından gülüyor. Şunu da unutmadan... Continue Reading →

Dante Alighieri – İlahi Komedya

Bastıran uykuyu büyük bir gürültü götürdü başımdan, zorla uyandırılan biri gibi silkindim kendime geldim;  ayağa kalkıp, dinlenmiş gözlerimi çevremde gezdirdim, anlamak için bulunduğum yeri. Sonu gelmez iniltilerin yükseldiği acılı uçurum vadisi yanıbaşımda duruyordu. Karanlıktı, derindi içi, öyle bir sis vardı ki, dibine bakınca bir şey seçilmiyordu. Yüzü sararan ozan: “Şimdi karanlıklar dünyasına iniyoruz” dedi. “Ben... Continue Reading →

Amin Maalouf – Semerkant

Cihan onu yaralamıştı, şimdi Hayyam da onu yaralıyordu. Onları saran sessizliğin içinde fazla ileri gidip gitmediklerini soruyorlardı kendi kendilerine, bir toparlanıp hâlâ kurtarılabilecek olanı kurtarmanın vakti gelmemiş miydi daha? İşte o an da Hayyam, Cihan'a değil, kadıya kızdı. Konuşmasına izin ver­diği için pişman olmuştu ve o sözlerin sevgilisine yönelik bakı­şını geri dönülmez bir biçimde bozup... Continue Reading →

William Morris- Umudun Yolcuları

İyice büyümüştü şimdi dünya ve bir süre önce kuşkulu ve donuk Düş sisinden bana gülümseyen, net ve dehşet verici şeyleri görüyordum. Yoksulların yoksul olduğunu, yürekleri ya da umutları olmadığını biliyordum; Ve zerre kadar kötülükle bile baş edemeyecek durumda olduğumu biliyordum; Bundan dolayı, bir insanın düşüneceklerini düşünüyor, ve buruk bir ruh haline bürünüyordum, ki orada, bir... Continue Reading →

Hope Mirrlees – Sisler İçindeki Lut

…Crabapple Çiçekleri epey asık suratlarla itaat ettiler zira hem hoca olarak başlarında böyle bayağı bir şaklabanın olması hem de yetişkin birer hanım olduklarında hiçbir işlerine yaramayacak aptal eski moda dansları öğrenmeye zorlanmaları yüzünden hepsinin sinirleri tepesindeydi. Fakat hiç şüphesiz o ihtiyar kemancının yay sihirliydi! Ve hiç şüphesiz dünya üzerinde başka hiçbir ezgi böyle yalnız, böyle... Continue Reading →

Arslan Sayman – Karganın Rengi

...Karşımda upuzun, yerleri süpüren turuncu tüyleriyle oyuncağım Yeleli'ye benzeyen komik bir canlı duruyordu. Kapının pervazına elini dayamış, gövdesini azcık sağa yatırmıştı. Kafasında, kenarları yukarı kalkık kocaman bir şapka vardı. İri gözlü, büyük mü büyük ağızlı biri; yüzünün ortasında kırmızı bir top gibi kocaman bir burun... İnsandan çok, çizgi filmden fırlayıp buraya gelmiş gibi duruyordu. Şaşkınlığımı... Continue Reading →

Cengiz Aytmatov – Kassandra Damgası

Çember kapanıyor. Zaten bu çember hiç yarılmadı ki… Onun dışına hiç çıkılmadı ki… Bu durumda bu öğrenci nasıl haykırmasın? Savaşın ve silahın insan zekasını bastırdığı tüm zamanlarda, belki de konuşma yeteneğine sahip olduktan sonra insanların düşündüğü ve hep söylemek istediğini kendi eliyle pankarta nasıl yazmasın? Rusya’da hidrojen bombasını bulan Sakharov aslında bunu anladı ve durdu,... Continue Reading →

Cengiz Aytmatov – Gün Olur Asra Bedel

Engin Sarı-Özek bozkırında akşam oluyor, derelerin, tepelerin arasında hava kararıyordu. Batmakta olan güneşin kızıl ışınlarıyla, geçmiş ve gelecek sayısız gecelerden biri daha yavaş yavaş iniyordu bozkırın üzerine. Beyaz deve Akmaya binicisini, hafif, serbest bir yürüyüşle deve sürüsünün bulunduğu yere doğru götürüyor, batan güneşin kızıl ışınları Nayman Ana’nın yüzüne vuruyor, net bir görüntü veriyordu. Nayman Ana... Continue Reading →

Robert E. Howard – Conan: Ejderhanın Saati

             Uzun mumların titreşen alevi duvarlara kıpır kıpır siyah gölgeler düşürüyor, içerideki kadife goblenler dalgalanıyordu. Lakin odada hiç rüzgâr yoktu. Etrafta dört adamın dikildiği abanoz masanın üstünde oyma yeşim gibi parıldayan yeşil bir lahit duruyordu. Her bir adamın kalkık sağ elinde yeşil bir ışık saçan siyah renkli garip birer mum... Continue Reading →

Lord Dunsany – Elfdiyarı Kralı’nın Kızı

...Lirazel bir gün geç vakitte çocuk odasından dönüşte kulesinin yüksek pencerelerinin önünden geçerken yıldızlara tapmaması gerektiğini hatırlayarak dışarıdaki akşama bakarken pederin kutsal eşyalarını aklına getirdi ve kendisine söylenenleri anımsamaya çalıştı. Onlara gerektiği gibi tapmak öyle zor geliyordu ki. Lirazel kısa bir süre içinde kırlangıçların topyekûn gideceğini ve onlar gittiği zaman genellikle ruh halinin değiştiğini biliyordu.... Continue Reading →

Jules Verne – Doktor Ox’un Deneyi

Doktor Ox, topluca ve orta boylu bir adamdı; yaşına gelince… yaşını kestirmek oldukça zordu, uyruğunu da. Zaten bunun pek de önemi yok. Onun, Hoffmann’ın bir eserinden fırlamış gerçek bir eksantrik ve hiç kuşkusuz, Quiquendone sakinleriyle gülünç bir tezat oluşturan, sıcakkanlı ve coşkulu, garip bir insan olduğunu bilmek yeterli. Kendine ve doktrinlerine sarsılmaz bir güveni vardı.... Continue Reading →

William Morris – Dünyanın Ötesindeki Orman

Yaşlı adam biraz ilerledikten sonra Walter ihtiyatla ayağa kalktı. Yanında içinde biraz peynir, kurutulmuş balık ve küçük bir matara dolusu şarabın bulunduğu bir çıkın, bir küçük yay ve bir sadak dolusu ok vardı ve tahta saplı bir bıçakla güçlü ve kaliteli bir kılıç kuşanmıştı. İşe yarar tüm eşyalarını gözden geçirdikten sonra hızla tepeden aşağı indiğinde,... Continue Reading →

J.R.R. Tolkien – Büyük Wootton Demircisi

…Eski aşçıların el yazılarını çözebildiğinde, tarifler kafasını karıştırdı, çünkü hiç duymadığı bir sürü şeyden, ayrıca unuttuğu ve zamanında bulamayacağı malzemelerden bahsediyorlardı ama defterde geçen bir iki baharatı deneyebileceğini düşündü. Kafasını kaşıdı ve son Aşçıbaşı’nın özel kekler için sakladığı baharatları ve diğer malzemeleri koyduğu bir sürü farklı bölmesi olan eski siyah kutuyu hatırladı. İşi devraldığından beri... Continue Reading →

J. R. R. Tolkien – Beren ile Luthien

“Ah Beren, Beren!” diye bir ses geldi, “neredeyse geç kalacak, bulamayacaktım seni!” Aman mağrur olanım, korkusuz ellim ve yüreklim daha veda zamanı gelmedi, ne de ayrılıyoruz şimdi! Olanlar Elf soyundan böyle çabuk vazgeçmezler kucakladıkları aşktan. Benim aşkım da en az senin ki kadar bil ki, ölümün kapılarını zorlamak ve kulelerini yıkmak açısından, bir gözdağıyla, hala... Continue Reading →

Jack London – Kızıl Veba

“Para nedir Granser?” İhtiyar daha cevap vermeye fırsat bulamadan aklına bir şey gelen çocuk, zafer kazanmışçasına üstündeki ayı postunun içindeki keseye elini sokup hırpalanmış ve kararmış bir gümüş dolar çıkardı. Parayı yaklaştırınca ihtiyarın gözleri ışıldadı. “Ben göremiyorum,” diye mırıldandı. “Bak bakalım tarihini görebilecek misin, Edwin?” Çocuk kahkahalarla güldü. “Harikasın Granser,” diye bağırdı hoşnutlukla, “her zaman... Continue Reading →

J.R.R. Tolkien – Ham’lı Çiftçi Giles

Güzel bir geceydi. inekler tarlalara yayılmıştı ve Çiftçi Giles'ın köpeği kendi başına yürüyüşe çıkmıştı. Ayışığından ve tavşanlardan hoşlanan bir köpekti. Elbette, yürüyüşe çıkmış bir de dev olduğundan habersizdi. Bilse, izinsiz dışarı çıkması için iyi bir sebep olurdu. Ama sakin sakin mutfakta oturması için daha iyi bir sebep olurdu. Saat iki civarında dev, Çiftçi Giles'ın tarlalarına... Continue Reading →

Yılmaz Karakoyunlu – Güz Sancısı

Ankara Expresi, Haydarpaşa Garı’na girdi. İstanbul aydınlık fakat sancılı bir eylül sabahına uyanmış ve öylesine donup kalmıştı… Yolcular telaşlı adımlarla Eminönü vapuruna yetişmeye çalışıyorlardı. Gar polisleri ikinci perona giden yolları tuttular. Demokrat Parti’nin itibarlı mebusları, sabah mahmurluğunun sindiği yorgun yüzleriyle son vagondan indiler. Dün Meclis’te bir fırtına esmiş, Menderes kürsüde asabi tavırlar içinde adeta kükremişti:... Continue Reading →

George Macdonald – Fantastes

Ormanın içine doğru ilerledikçe keyfim yerine gelse de o eski rahatlığımdan eser yoktu. Neşenin hayata benzediğini öğrenmiştim artık; ikisi de mantıklı argümanlarla ortaya çıkarılamazdı. Acı veren düşüncelerin üstesinden gelmenin en iyi yolunun, elinden geleni ardına koymamaları için onlara meydan okumak olduğunu; yorulana kadar yalan söylemelerine, kalbini kemirmelerine izin vermek gerektiğini sonradan öğrendim. En sonunda içinde,... Continue Reading →

Antonie de Saint- Exupéry – İnsanların Dünyası

… “Hayat belki bizi birbirimizden uzaklaştırır, birbirimizi düşünmekten alıkoyar, ama nerede olduğunu bilmesek de arkadaşlarımız bir yerlerdedir. Unutulmuş ve sessizdirler, ama sonsuza dek sadıktırlar! Olur da yollarımız kesişirse keyiften şiddetle tutup sarsarız birbirimizi omuzlarımızdan! Şüphesiz biz beklemeye aşinayızdır…” (s.28) İnsana özgü kinlerinin, dostluklarının, sevinçlerinin o büyük oyununu ne ince bir dekorun önünde oynar insan! İnsanlar,... Continue Reading →

Tim Burton – İstiridye Çocuğun Hüzünlü Ölümü ve Diğer Hikayeler

Çok Gözlü Kız“Gezerken bir gün parkta Şaşıp kaldım bir anda Bir sürü gözü olan Bir kız vardı karşımda Gerçekten çok güzeldi (bir o kadar şok edici) Ağzı da vardı tabii Muhabbet ilerledi Konuştuk çiçeklerden Gittiği şiir dersinden Gözlük takacak olsa Çekeceği dertlerden Bu kadar çok gözü olan Bir kızı tanımak harika Ama sırılsıklam oluyorsunuz Ağlamaya... Continue Reading →

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑