Uzun mumların titreşen alevi duvarlara kıpır kıpır siyah gölgeler düşürüyor, içerideki kadife goblenler dalgalanıyordu. Lakin odada hiç rüzgâr yoktu. Etrafta dört adamın dikildiği abanoz masanın üstünde oyma yeşim gibi parıldayan yeşil bir lahit duruyordu. Her bir adamın kalkık sağ elinde yeşil bir ışık saçan siyah renkli garip birer mum yanıyordu. Dışarıda vakit geceydi ve kapkara ağaçların arasında kayıp bir rüzgâr uğulduyordu.
Gölgelerin oynaştığı odada gergin bir sessizlik mevcuttu ve dört çift gözün pür dikkat baktığı uzun yeşil tabutu kaplayan hiyeroglifler değişken ışıktan hayat ve hareket bulurcasına kıvranıyordu. Lahidin ayak ucundaki adam öne eğildi ve mumunu bir kalem gibi oynatarak havaya mistik bir sembol çizdi. Daha sonra mumu, tabutun ayakucundaki siyah altın şamdana yerleştirdi ve yoldaşlarının anlamadığı bir dizi sözcük mırıldanarak geniş beyaz ellerinden birini kürk kenarlı cübbesine soktu. Elini tekrar dışarıya çıkardığı zaman sanki avucunda canlı bir ateş tutuyordu. (S.7)
Ejderha yılı savaş, hastalık ve kargaşa doğurmuştu. Belverus sokaklarında kol gezen kara veba tezgahındaki tüccarı, köhne kulübesindeki serfi, şölen masasındaki şövalyeyi ayrım gözetmeden alaşağı ediyordu. Onun karşısında hekimlerin ilimleri çaresiz kalıyor, hastalığın kibir ve şehvet günahlarına ceza olarak cehennemden gönderildiği konuşuluyordu. Bir engereğin sokuşu kadar hızlı ve ölümcüldü. Kurban mosmor ve ardından kapkara kesiliyor, birkaç dakika içinde de yere yığılıp can çekişiyordu. Ölüm, ruhunu acılar içindeki bedeninden henüz söküp almadan kendi çürüyüşünün kokusu burnuna çalıyordu. Güneyden hiç durmaksızın sıcak ve uğultulu bir rüzgâr esiyor, tarlalardaki ekinler sararıp soluyor, sığırlar bulundukları yere devrilip san veriyordu.
İnsanlar Mitra’ya yalvarıyor ve kralın aleyhine aleyhine homurdanıyorlardı zira her nedense krallık genelinde kralın kapalı kapılar ardında menfur işlerle uğraştığı, esrarengiz sarayının halvetinde iğrenç sefahatler sürdüğü fısıldanıyordu. Derken bir gün ayaklarının etrafında hastalığın korkunç buğusunun uçuştuğu ölüm o sarayda sırıtarak dört döndü. Bir gece içerisinde Kral üç oğluyla beraber son nefesini verdi ve ağıtlarını gümbürdeyerek duyuran davullar, sokaklarda ağır ağır gezerek çürüyen ölüleri toplayan at arabalarının korkunç ve meşum çanlarını bile bastırdı.
Haftalardır esen sıcak rüzgâr o gece şafaktan hemen önce pencerelerdeki ipek perdeleri şeytani bir sesle hışırdatmayı bıraktı. Kuzeyden gelen müthiş bir yel kulelerin arasında uğuldadı ve onu tufansı gök gürültüleri izledi. Göz kamaştırıcı şimşekler çaktı, sağanak yağmur yağdı. Fakat şafağın ışığında her yer tertemiz, yemyeşil, iç açıcıydı. Kavruk toprak çimenlerle kaplandı, susuz ekinler yeniden tomurcuklandı. Veba ortadan kalktı-kudretli yel onun pis havasını süpürüp atmıştı. (S.18-19)
Howard, Robert E.(1935). Conan : Ejderhanın Saati, (çev. Cihan Karamancı), İthaki Yayınları, İstanbul
Bir Cevap Yazın