
Lord Gro cevap verdi ona, ”Ey Kral, bir çocuğun ipe papatya dizmesi gibi kolayca çağırdığınız bu dehşetli biçimleri. Ölümcül bir korku derinlerden böyle çağrılamaz gerçekte; ancak çabalayarak, ter dökerek, düşünceyi, azmi, yüreği ve kasları zorlayarak çağrılır.”
Kral gülümsedi. ”Doğru söylüyorsun. Öyleyse heyula oyunları kalbini yıldırmadığı için şimdi sana daha cismani bir korku göstereceğim.”
Büyük demir şamdanlardaki mumları yaktı ve odanın duvarında zemine yakın bir yerdeki küçük, gizli kapıyı açtı; Gro küçük kapının içinde demir parmaklıklar gördü ve parmaklıkların ardında bir tıslama duydu. Kral, tutma yeri ince ve üç parmak uzunluğunda zarif yapılı gümüş bir anahtar aldı ve demir ızgaralı kapıyı açtı. “Bak ve gör, engereğin kuluçkaya yattığı bir horoz yumurtasından çıkmış olanı gör. Gözünün bir kısa bir bakışı bile önünde duran her canlıyı taşa çevirmeye yeter. Onu kendime tabi kıldığım büyüleri bir an bile gevşetirsem, işte o an kendi hayatımı ve seninkini bitiririm. Bu yılanın kötücül tabiatı öyle güçlü ki karanlıkta yaşayan kadim Düşman, onu insanoğlunun felaketi olsun diye yeryüzüne yerleştirdi. Ancak büyücülerin ve efsuncuların elinde güçlü bir aygıttır.”
Bunun üzerine azabın dölü deliğinden çıktı, horoz bacakları gibi olan iki bacağı üzerinde dimdik kasılarak yürüyordu; kırmızı ibiği ve gerdanıyla bir horozun kafasına sahipti ancak yüzü dünyaların arasındaki dünyanın kümes hayvanlarınınki gibi değildi, daha ziyade Cehennem’den gelen bir gorgonun yüzü gibiydi. Boynunda parlak siyah tüyler vardı, bedeni mum ışığında parlayan pullarıyla bir ejderha bedeniydi, sırtında ise pullu bir sorguç duruyordu; kanatları yarasa kanatları gibiydi, kuyruğu da bitiminde iğne olan bir engerek kuyruğu gibiydi, çatallı dili gagasında zehirli bir biçimde kıpırdanıyordu. Uzunluğu bir arşının biraz üstündeydi. Onu tesiri altında tutan Kral Gorice ’in büyüleri sebebiyle ölümcül bakışını ne Kral’a ne de Gro ’ya fırlatabiliyordu fakat mum ışığında ileri geri yürüyor gözlerini onlardan kaçırıyordu. Boynundaki tüyler öfkeden kabarmıştı ve kuyruğunu mükemmel bir şekilde hızlıca döndürüyordu, daha da şiddetle tısladı, Kral ‘ın büyüsünün bağları onu sinirlendiriyordu; nefesi pis kokuyor ve odada halka şeklinde ağır dumanlar bırakıyordu. Bir süre daha önlerinde yürüdü ve yaratık yanından geçerken Gro gözlerinin ışığını gördü, sanki iki mariz ay gecenin alacakaranlığında yeşilimsi sarı bir sisin içinden zehirli bir biçimden ışıldıyordu. Güçlü bir tiksintiye kapıldı, bu şeye bakarken midesi bulanmıştı, kaşları ve avuçları yapış yapış olmuştu, “Lordum, Kralım, bu horoz başlı kanatlı yılana kararlılıkla baktım ve beni hiç korkutmadı ama benim nazarımda bu şey tiksindirici ve midemi bulandırdı,” dedi ve kusarak yere düştü. Kral yılana deliğine geri dönmesini emretti ve yılanda öfkeyle tıslayarak yerine döndü.
Kral şarap doldurup kadehin üzerinden bir efsun okudu ve Lord Gro berrak şarapla ayıldığında Kral konuştu, “Sorun yok, ey Gro, gerçekten bir feylesof olduğunu ve yüreğinin gözü pekliğini gösterdin. Ancak gerçek bir savaşta sınanana kadar hiçbir kılıç tümüyle sınanmamıştır aslında, eğer kırılırsa keder ve ölüm onu tutan elleri bekler, o yüzden bu gece korkunun daha şiddetli, metali bile eriten gazabına katlanmalısın. Eğer erirsen ikimiz de ebediyen kayboluruz, Carcё ve tüm Cadılar Diyarı da bizimle beraber yıkımın ve hiçliğin içinde lanetlenir. Bu sınamaya cüret ediyor musun?”(s.78-79-80)
Eddison, Eric R.(1922). Ouroboros Yılanı, (çev. Ezgi Altun), İthaki Yayınları, İstanbul
Bir Cevap Yazın