İlya Ehrenburg – Dipten Gelen Dalga

İLYA EHRENBURG DİPTEN GELEN DALGA Dumas Stockholm’e gitti. Paris’ten sonra Stockholm’ü soğuk ve Dünya Komitesi toplantısı için buraya koşuşmuş insanların heyecanlarına karşı kayıtsız buldu. (Dumas şaka yollu –katakomb- diyordu buraya). Sokaklarda uzun boylu, mavi gözlü İsveçliler, dünyalarının dokunulmazlığını anlatmak istercesine sakin, acelesiz yürüyorlardı. Yerin altındaysa delegeler, savaş tehdidi altındaki dünya üzerine konuşuyorlardı. Aralarında zenciler, Kanadalı... Continue Reading →

Tomris Uyar – İpek ve Bakır

Bu, o gülüş... Ona göstermiştim gülmüştü. Tam beklediğim gülüştü. «Çaylarımızı içerken nasıl surlardan    konuşmuştuk...» Bu şehirde duvarların soluk aldığını, taşların boyuna kaydığını, bir şeylerin boyuna değiştiğini. Konuşmalarımızla bir şeyler kattık o öğleye, o kahveye. Dışardan biri bile sezerdi değişikliği. Neden bir daha alıp başımızı gitmedik öğle tatillerinde? -Okuldaki ders-arası konuşmalarımızı düşünüyorum da, -diyorum-, o günün... Continue Reading →

Yaşar Kemal – Bu Diyar Baştan Başa

İnsan Ve Orman                                                                                                                                          «Bunları hep Allah mı yakmış İbrahim Emmi?...» «Allah, Allah yavrum...  Yoksa bunca yangını çı­karmağa köylünün gücü yeter mi? ... Köylü Dövletinin ormanını hiç yakar mı?  Bizim hepimiz biliriz ki! Çam gider, çalı kalır. Kum giderse, kaya kalır.'  Köylü bunu bilir.» Kendimde olmadan gülümsüyorum. O da bıyık altından gülüyor. Şunu da unutmadan... Continue Reading →

Cengiz Aytmatov – Kassandra Damgası

Çember kapanıyor. Zaten bu çember hiç yarılmadı ki… Onun dışına hiç çıkılmadı ki… Bu durumda bu öğrenci nasıl haykırmasın? Savaşın ve silahın insan zekasını bastırdığı tüm zamanlarda, belki de konuşma yeteneğine sahip olduktan sonra insanların düşündüğü ve hep söylemek istediğini kendi eliyle pankarta nasıl yazmasın? Rusya’da hidrojen bombasını bulan Sakharov aslında bunu anladı ve durdu,... Continue Reading →

Yılmaz Karakoyunlu – Güz Sancısı

Ankara Expresi, Haydarpaşa Garı’na girdi. İstanbul aydınlık fakat sancılı bir eylül sabahına uyanmış ve öylesine donup kalmıştı… Yolcular telaşlı adımlarla Eminönü vapuruna yetişmeye çalışıyorlardı. Gar polisleri ikinci perona giden yolları tuttular. Demokrat Parti’nin itibarlı mebusları, sabah mahmurluğunun sindiği yorgun yüzleriyle son vagondan indiler. Dün Meclis’te bir fırtına esmiş, Menderes kürsüde asabi tavırlar içinde adeta kükremişti:... Continue Reading →

George Macdonald – Fantastes

Ormanın içine doğru ilerledikçe keyfim yerine gelse de o eski rahatlığımdan eser yoktu. Neşenin hayata benzediğini öğrenmiştim artık; ikisi de mantıklı argümanlarla ortaya çıkarılamazdı. Acı veren düşüncelerin üstesinden gelmenin en iyi yolunun, elinden geleni ardına koymamaları için onlara meydan okumak olduğunu; yorulana kadar yalan söylemelerine, kalbini kemirmelerine izin vermek gerektiğini sonradan öğrendim. En sonunda içinde,... Continue Reading →

Jose Saramago – Körlük

  ''en kötüsü örgütlü olmamamız, her binada, her sokakta, her semtte bir örgüt olmalıydı, Bir hükümet olmalı, dedi karısı, Bir örgüt, bedenimiz de örgütlü bir sistemdir, örgütlü kaldığı sürece hayatta kalıyor, ölüm ise örgütsüzlüğün sonucundan başka bir şey değil, Bir körler toplumu yaşamını sürdürebilmek için nasıl örgütlenebilir, Örgütlenmek yeter, örgütlenmek bir bakıma görmeye başlamak demektir,''(s.297).... Continue Reading →

Thomas Bernhard – Bitik Adam

''Ama basit insanlar karmaşık insanları anlamazlar ve onları kendi iç dünyalarına iterler, hem de herkesten daha insafsızca, diye düşündüm. Basit insan denilenlerin kişiyi kurtaracağına inanmak en büyük yanılgıdır. İnsan en bunalımlı zamanında onların yanına gider ve onlardan resmen kurtuluş dilenir, onlarsa kişiyi daha da derin bir umutsuzluğa iterler. Zaten onlar nasıl olur da karmaşık birini... Continue Reading →

Hermann Hesse – Bozkırkurdu

"Ben Bozkırkurdu koşarım boyuna Ve bütün dünya karlara gömülmüş Uçar kayın ağacından bir karga Ama ne bir tavşan, ne karaca Karacalara bayılırım oysa Ah ne olur birini bulaydım Alırdım dişlerimin, pençelerimin arasına Bundan güzel şey var mıdır dünyada Sokulurdum yanına yürekten, iyiliksever Gevrek butlarına geçirirdim dişlerimi Açık pembe kanını içerdim doya doya Ardından ulurdum bütün... Continue Reading →

Abiş Kekilbayulı – Ülker Roman Cilt II

Evet, evet… Fakat o, birazdan, birer birer uçup, gözden kaybolacak olan, aldatıcı bir seraptır. Ama tıpkı sihirli bir görüntüye benzeyen bu ufuk, şuanda olduğu gibi serapla kuşatılmamıştır her zaman. Onu, nice kez sayısız gök mızraklar da kuşatmış. Fakat onlar da, daha sonra gök serap gibi, bir bir uçup gitmiş, gözden kaybolmuş! Evet, bu, engin ufka... Continue Reading →

Abiş Kekilbayulı – Ülker Roman Cilt I

Yaz boyunca bir yurttan, hiçbir yere kımıldaman oturan, büyük obanın yeri, silinip süpürülmüş gibi, kupkuru ve bomboş kaldı. Başı sonu, epey bir yeri kaplayan, uzun, kalabalık, alaca bulaca bir grup, Mizam konakladığında, ışıl ışıl ışıldayan, güz otlarının üstünden ezerek geçip, yeni bir yöne yöneldi. Sümbile’nin doğduğu, besbelli. At kulakları arasından esen karşı esintiden, iğne gibi... Continue Reading →

Nikolay Çernişevski – Nasıl Yapmalı?

  ''Derken, nedendir bilinmez, düşünceleri yavaş yavaş o konuya kaymaya başladı... Anılar canlandı kafasında... Belli belirsiz birtakım sorular, ele geçmez, uçucu, sessiz birtakım sorular biriktikçe birikti, çoğaldıkça çoğaldı ve gitgide belirsizliğini yitirip  açık bir biçim alarak bir tek soruda birleşti: 'Bana ne oluyor? Neler düşünüyorum böyle? Bu duyguların neyin nesi, nerden çıktı?' Ve Vera Pavlovna'nın... Continue Reading →

J. R. R. Tolkien – Tom Bombadil’in Maceraları

  11 FASTITOCALON   "Bak, Fastitocalon orada! Güzel bir yer, burada çıkalım karaya, Biraz çıplak bir yer olsa da. Gel, bırak denizi! koşalım, Dans edelim, güneşte uzanalım. Martılar oturuyor, bak! Dikkat! Batmaz martılar. Otururlar, gezinirler, göz kırparlar: Onlar işaret yollar, Olur da biri koyarsa aklına Yerleşmeyi adaya Hastalanmıştır belki Islaklık tak etmiştir canına Ya da... Continue Reading →

Abbas Sayar – Yılkı Atı

"Işık, Doru'yu isteklendirdi. Bağlar arasında dolaştı. Toprağa yapışık, çamurlaşmış yapraklardan yedi. Sonra bağlardan çıktı. Geçen günlerin aksine ters yamaç tepelere doğru yürüdü. Bilmiyordu nereye gideceğini... Gidiyordu yalnız... Zor yol alıyordu. Tırnağı bütünü ile toprağa gömülüyordu, incikleri ağrıyordu. Hayır ağrımıyor, acı acı sızlıyordu. İlk aydınlığa dek böyle gitti. Köy, sağ aşağısında kalmıştı. Görünmüyordu artık. Ama, Doru... Continue Reading →

Sylvia Plath – Sırça Fanus

"Öyküleri birbiri ardından hızla okuyarak sonunda bir incir ağacı hakkında yazılmış bir öyküye geldim. Bu incir ağacı Yahudi bir adamın eviyle bir manastırın arasındaki yeşil çayırda yetişmişti, Yahudi'yle esmer güzeli bir rahibe, olgun incirleri toplamak üzere geldikleri ağacın altında hep karşılaşırlarmış, bir gün ağacın dalındaki kuş yuvasında, çatlayan bir yumurta görmüşler, küçük kuşun yumurtayı gagalayarak... Continue Reading →

Memduh Şevket Esendal – Ayaşlı İle Kiracıları

"Bozkırlar ortasında, bir istasyonda memur olsam, bu hanım da benim karım olsa!' diye düşündüm... Hoşuma gitti. Kadın olur ki, yalnızlıkta sevilir! Burnuma kırların kokusu geldi. Güzün ovalarda esen rüzgarlar kuru ot kokuları getirir. Bir kadın kırların o esmer renkleri üstünde ne canlı durur! Ben, viski kokan, radyosu öten, dans edilen bol ışıklı bir salonda bu... Continue Reading →

Joanne Greenberg – Sana Gül Bahçesi Vadetmedim

  "Yanına gidip omuzuna dokunmalı ve bir şeyler söylemeliyim, diye düşündü Deborah. Ama yerinden kıpırdamadı. Gitmem gerek, çünkü aynı şey bana da oldu, bunu benim kadar kimse bilemez, nasıl bir şey olduğunu... Ama ayakları ayakkabılarının içindeydi ve ayakkabıları Sylvia'ya doğru gitmiyordu bir türlü; elleri de iki yanında duruyor, hiç hareket etmiyordu. Birlikte geçirdiğimiz ve benim... Continue Reading →

Emile Zola – Thérese Raquin

"Umutsuzluktan umuda geçerek, kendini mahkum edip sonra bağışlıyarak saatlerce böyle konuşuyordu. Bazen sert bazen şikayetli, hasta bir küçük kız sesiyle konuşuyordu. Kafasından geçen bütün acizlik ve gurur, pişmanlık ve isyan düşüncelerine uyarak döşemeye kapanıyor sonra doğruluyordu. Hatta bazen Mme Raquin'in önünde dize gelmiş olduğunu unutuyor, tek başına yaptığı konuşmaya hayalinde devam ediyordu. Kendi sözleriyle iyice... Continue Reading →

Sevgi Soysal – Yenişehir’de Bir Öğle Vakti

  “Deli büyük bir dikkatle bakıyordu caddenin yukarısına doğru. Bando sesi yaklaşınca gülümsemeye başladı. Gittikçe yaklaşıyordu merasim bandosu. Kırmızı giysili trampet takımı görünmüştü bile. Yaklaşan bandonun gürültüsü arasında piyangocunun sesi kayboldu. Deli kaldırımda gülümseyerek duruyordu. Artık Kızılay Meydanını geçmişti bando. Bando şefi uzun sopasını yukarı fırlatıyor, havada çeviriyor, büyük bir ustalıkla yapıyordu gösterisini. Trampet ve... Continue Reading →

Tülin Bumin – Hegel

  Hegel'de 'Sanatın Ölümü' Üzerine Bir Deneme "Hegel söylemi 'tarihin sonu' başlığı altında pek çok şeyin sonundan, tükenişinden, ölümünden söz eder. Sanat da bunlardan biridir. Sanat, Hegel için insanlığın geçmişine ait bir şeydir. Sanat türlerini mimarlıktan başlayıp heykel, resim, müzik ve şiirden geçerek nesre ulaşan ve giderek maddesel olandan, duyumlanabilir olandan uzaklaşan bir biçimde sınıflandıran... Continue Reading →

Cesare Pavese – Güzel Yaz

  "Bir gün konuşurlarken, insanların neden ressam olduklarını sordu ona. 'Çünkü o tabloları satın alanlar var da ondan,' diye yanıtladı onu Amelia. 'Ama herkesin resmi satılmıyor,' dedi Ginia, 'ya hiç satamayan ressamlar ne yapar?' 'Bu da ötekiler gibi bir zevk,' dedi Amelia, 'ama onlar aç kalıyor.' 'Bundan keyif aldıkları, tatmin oldukları için resim yapıyorlar demek,'... Continue Reading →

Ursula K. Le Guin – Her Yerden Çok Uzakta

  "Birşey yok hiçbirşey yok bundan üstün. Ömrümce görmezsem de bir daha, eh diyebilirim yine de, Bir kez orada bulundum."   "Hiç kadın besteci yok mu? Bir kaç tane olması gerekir' dedim. Varmış, ama pek fazla değilmiş. Fazla olsa bile bunu bilemezmişsin. Çünkü opera besteleseler sahnelenmez, senfoni yaratsalar icra edilmezmiş. 'Ama yapıtları iyi olsa, yani... Continue Reading →

Suat Derviş – Çılgın Gibi

''Hele sevgi hususunda Celile müthiş bir kadındı, çünkü sevdiği anda saadetlerin en müthişini tattırmaya muktedir olan bu kadın, sevmediği andan itibaren hiç acımadan, hiç tereddüt etmeden, hiç utanmadan aldatabiliyordu. Zaten Muhsin, Celile'nin sevdiği daha doğrusu sever göründüğü zamanlarda da samimi olarak nasıl duygularla hareket ettiğini takdir edemiyor, daha doğrusu onun samimiyetine hiçbir zaman inanamıyordu. Çünkü... Continue Reading →

Marc Levy – Sonsuzluk İçin Yedi Gün

  "Niçin terk ettin beni?' diye mırıldandı. 'Bu kadar da abartmayalım!' cevabını verdi, küçük köprünün kemeri altında beliren Mikhail'in sesi. 'Vaftiz baba?' 'Sana ihtiyacım var,' dedi ona doğru koşarak. 'Ben seni aramaya geldim Zofia, şimdi benimle dönmelisin, bitti.' Elini uzattı, ama Zofia geriledi. 'Dönmüyorum. Benim cennetim bizim orası değil.' Mikhail ona doğru ilerledi ve kızı... Continue Reading →

Guy De Maupassant – Bir Yaşam

"Ama Jeanne’ın hizmetçisinin gözyaşlarını düşündüğü yoktu: Başka bir evrene girmiş gibiydi… Büsbütün başka bir dünyaya gitmiş, bütün tanıdığı şeylerden, bütün sevdiklerinden ayrılmış gibi geliyordu ona. Yaşamında ve kafasında her şey altüst olmuş gibi geliyordu. Hatta bir ara aklına şöyle garip bir fikir bile geldi: 'Acaba kocasını seviyor muydu?' Julien, ansızın, şöyle böyle tanıdığı bir yabancı... Continue Reading →

Homeric – Moğol Kurdu

"Öküz Yılı'nda Börte dördüncü çocuğunu, sonradan Toluy olarak adlandırılacak oğlunu doğurdu. İşte o sıralarda, Toğrıl kendi oğlunun nerede olduğunu öğrendi. Nilka yanında bin Karaim atlısıyla Camuka'nın ordusuna sığınmayı başarmıştı. Toğrıl yazı oğlunun yanında geçirdi, sonra Temuçin'in obasına döndü. Nilka, Camuka'nın da yardımıyla Orhun'un kıyılarını geri almak umudundaydı. Bu umut Toğrıl'ı sevince boğsa da, Camuka'yı tasarılarının... Continue Reading →

Tulepbergen Kaipbergenov – Karakalpak Kızı

"Sen burada kadın yöneticisi mi olursun?' 'Kadın kollarından söz ediyorsanız evet.' 'Aha, demek sen. Adalet istiyorum,' diye heyecandan bağırdı. İnce sakalını çekiştirerek kavgacı bir tavırla ekledi: 'İnsan söz vermişse tutmak zorunda değil mi? Cevap ver!' 'Elbette!' Yaşlı adamın ne istediğini anlamaya çalışan Cumagül’ün sesi inandırıcı çıkmamıştı. 'Verdiğim söz için başlık almışken nasıl olur da!' 'Demek... Continue Reading →

Fatih Atila – Ölü Canlar

  "- Kim bunlar, diyor, on beş bin kişinin gözünü, bir kaleye saldıracak kadar döndüren, dahası önlerinde, dokunsalar söndürebilecekleri bir ateşin insanları yakıp yok etmesine yol açanlar? - Ahilerden kalan miras, diyorum, onların çocukları. Geri kalmış, sanayiden uzak, Cumhuriyet'in yetmiş yılda topu topu birkaç kez uğradığı, eski görkemini, zenginliğini, imgesini, kimliğini, önemini yitirmiş bir kentin... Continue Reading →

Ahmet Midhat Efendi – Paris’te Bir Türk

  "Parisli bir karı ile bu yolda edilen latife ayıp sayılmadıktan başka, belki de zarafete hamlolunur. İstanbul'da olsa adeta çapkınlık olmak üzere hükmedilirdi. İnsanlığın garaib-i bi-nihayesinden birisi de budur. Cemiyet-i beşeriyyenin şu noktasında haram, ayb-ı memnu olan bir şey, öteki noktasında mubah, memduh ve mücazdır. Her ne hal ise bizim iki refik işlerini bitirdikten sonra... Continue Reading →

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑