Ankara Expresi, Haydarpaşa Garı’na girdi. İstanbul aydınlık fakat sancılı bir eylül sabahına uyanmış ve öylesine donup kalmıştı… Yolcular telaşlı adımlarla Eminönü vapuruna yetişmeye çalışıyorlardı. Gar polisleri ikinci perona giden yolları tuttular. Demokrat Parti’nin itibarlı mebusları, sabah mahmurluğunun sindiği yorgun yüzleriyle son vagondan indiler. Dün Meclis’te bir fırtına esmiş, Menderes kürsüde asabi tavırlar içinde adeta kükremişti: “Türkiye’yi bir avuç insandan ibaret Osmanlı kalıntısı sananlar, yakında günlerini görecektir.” Dümdüz taranmış saçları kendi yarattığı fırtınada dağılmış, kaşlarının arası, küçük sinir damarlarıyla terlemişti. Makedonyalı İskender’i andıran el kol hareketleriyle bu fırtınayı artırmış, bakışlarını sertleştirerek karşısına çıkan herkesi savurmuştu.
Ankara’yı bir güz sancısı basmıştı. Bu sancı, Menderes’in dumanlı başında yayla serinliği gibi önce hoşa giden, sonra ağır ürpermelerle bütün vücudunu sızlatan acıya dönüşmüştü. Menderes elindeki notları, itaate hazır bir mebus kadrosuna doğru fırlatmış ve son vurucu darbeyi kullanmıştı: “Hiç kimse, beş yüz yıllık müsamahanın bir gün kükremeyeceğinden emin olamaz…”(s.95)
Karakoyunlu, Yılmaz (1992). Güz Sancısı, Doğan Kitap, İstanbul
Bir Cevap Yazın