Dostoyevski – Budala

Prens’in yardımına Lizaveta Prokofyevna yetişti: “Lev Nikolayeviç!” diye seslendi. “Bunu hemen, şu anda okumalısınız. Doğrudan doğruya senin işinle ilgili bir şey bu.” Ona aceleyle haftalık bir mizah gazetesi uzatıp parmağıyla bir makaleyi gösterdi. Lebedev, konuklar içeri girerken, ilgisini çekmeye çalıştığı Lizaveta Prokofyevna’nın yanına sokulmuş, yan cebinden bu gazeteyi çıkarıp işaretli sütunu gözlerinin önüne bırakmıştı. Zaman... Continue Reading →

Steinbeck John – Bitmeyen Kavga

“Mac,” dedi Dr. Burton, yorgun bir ses tonuyla. “Sen benim için bir muammasın. Neredeysen oradakilerin ağzını taklit ediyorsun. London ve Dakin’le birlikteyken onlar gibi konuşuyorsun. Sen bir aktörsün.”“Hayır,” dedi Mac. “Kesinlikle aktör değilim. Konuşmak hissetmektir. Nasıl hissediyorsam öyle konuşuyorum, kesinlikle doğal bir şekilde. Öyle konuşmak için zorlamıyorum kendimi. Zorlasam bile faydası olmaz. Biliyor musun Doktor,... Continue Reading →

Jean-Paul Sartre – Sözcükler

rteret-4011186862-e1671902471768.jpg Her şey kafamın içinde olup bitiyordu; hayal dünyası çocuğuydum ve hayal gücüyle savunuyordum kendimi. Altı yaşımdan dokuz yaşıma kadarki hayatımı gözümün önüne getirdiğimde, yapmış olduğum manevi egzersizler karşısında şaşkına dönüyorum. Bunların içeriği çoğunlukla değişikliğe uğruyordu, ama program hiç değişmiyordu; yanlış bir giriş yapmıştım ve dolayısıyla bir paravanın arkasına çekiliyordum ve seçilmiş bir noktada, Evrenin... Continue Reading →

Amin Maalouf – Empedokles’in Dostları

Bu satırları yazarken zararlı, kindar bir yağmur yağmaya devam ediyor. Bardaktan boşanmıyor sanki gökten sızıyor.                 Akıl dışı korkularımı bastırmak için yeniden Eve’nin kitabına gömüldüm.                 İlk çıktığında, henüz komşumu tanımadan, sesi hala kulaklarımda değilken, en önemlisi de gizemli hayranları hakkında henüz hiçbir şey bilmiyorken okusaydım, izlenimlerim kuşkusuz daha farklı olurdu. Şu anda ise zihnimde... Continue Reading →

Ursula K. Le Guın – Dünyaya Orman Denir

Selver bir tanrı.                 Küçük yeşil kocakarı böyle söylemişti, sanki herkes biliyormuş gibi, Bilmemkim bir avcı dermiş gibi basit bir şekilde. “Selver sha’ab ne demekti, acaba? Athsiheliler’in   günlük  konuşma dili olan Kadın Dili’indeki birçok kelime tüm topluluklarda aynı olan Erkek Dili’nden geliyordu ve bu kelimeler çoğu kez sadece çift heceli değil, aynı zamanda çift anlamlıydı... Continue Reading →

Gogol – Bir Delinin Hatıra Defteri

Hikâyede geçen dairenin adını vermeyeceğim. Zira bu zamanda herkes kendisine yöneltilen her tenkidi bütün topluma yapılmış bir tecavüz sayıyor. Asker olsun, farketmiyor. Bir rütbe ve makam işgal eden her asker ve her memur, kendisini devletin temsilcisi görüyor. Böyle olunca, ahlaksız bir memurun rezaletini dile getirmeniz o memura değil de işgal ettiği makama, dolayısiyle devlete hakaret... Continue Reading →

Zweıg Stefan – Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar

“Je serai compris vers 1900.” (1900’lü yıllarda anlaşılacağım.) Stendhal Stendhal, Diderot ve Voltaire’deki kaba materyalizmden hareket etmiş, bir hamlede bütün bir yüzyılı, 19. Yüzyılı aşmış ve ruh incelemelerinin bir bilim haline geldiği psiko-fizik çağının ortasında yere inmiştir. Nietzsche’nin dediği gibi,” bir şekilde onu aşmak ve onu böylesine etkileyen bulmacaların bazılarını çözebilmek için iki kuşağı geçmesi... Continue Reading →

Guenon Rene-Modern Dünyanın Bunalımı

Eğer demokrasi halkın kendi kendisini yönetmesi demekse, bu kesinlikle olmayacak bir şeydir ne günümüzde ne de geçmişte bunu doğrulayacak en küçük bir şeye rastlamak mümkündür. Kelimelerin aldatıcılığına kapılmamak gerekir. Aynı insanın, aynı zamanda hem yöneten hem de yönetilen olduğunu söylemek bir çelişkidir. Çünkü, Aristotoles’in deyimiyle söylersek, aynı şeyin, aynı anda, aynı şartlar altında hem muktedir... Continue Reading →

Bennı Stefano -Denizin Dibindeki Bar

Halı Satıcısının Hikâyesi KULALA’NIN DÖRT TÜLÜ UYKU!... kin çöpçüsü! (Tristan Corbiere) Yuela Nehri yakınlarında bir köyde, Doruma adında çok şanslı bir adam varmış. Güzel bir karısı, iki sağlıklı çocuğu ve verimli bir tarlası varmış. İyi bir avcıymış, köyde hiçbir düşmanı yokmuş. Bir gün ormanlar şeytanı Shabunda, onu kulübesinin önünde, dünyanın en mutlu adamıymış gibi keyifle... Continue Reading →

İlya Ehrenburg – Dipten Gelen Dalga

İLYA EHRENBURG DİPTEN GELEN DALGA Dumas Stockholm’e gitti. Paris’ten sonra Stockholm’ü soğuk ve Dünya Komitesi toplantısı için buraya koşuşmuş insanların heyecanlarına karşı kayıtsız buldu. (Dumas şaka yollu –katakomb- diyordu buraya). Sokaklarda uzun boylu, mavi gözlü İsveçliler, dünyalarının dokunulmazlığını anlatmak istercesine sakin, acelesiz yürüyorlardı. Yerin altındaysa delegeler, savaş tehdidi altındaki dünya üzerine konuşuyorlardı. Aralarında zenciler, Kanadalı... Continue Reading →

Jack london – Ademden Önce

Hızlı Şunu da hatırlatmak gerekir ki, az önce Hızlı hakkında çizdiğim portre; hiçbir şekilde, tarih öncesi devirde yaşayan, ikinci benin, yani Koca Diş’in çizdiği portre değildi. Çağdaş insan olan ben, rüyalarımın aracılığıyla ve Koca Diş’in gözleriyle görüyorum. Geçmiş devrin birçok olayı için de durum aynıdır. İzlenimlerimle, okuyucularıma sergileyemeyeceğim kadar karmaşık bir ikilik var. Hikayemin bu... Continue Reading →

Jack London – Yakalanış

Johnny, on dördüne girince kolalama bölümünde çalışmaya başladı. Fabrikada bu, başlı başına bir olaydı. Gel zaman git zaman, bu olay, uykudan ya da haftalığını alma gününden bile çok daha önemli, daha anımsanmaya değer bir şey olmuştu. Bir dönüm noktasıydı bu. Johnny, dokuma bölümünde, bir tezgâhın başında on altıncı yaş gününü kutladı. Evet, burası da heveslendirici... Continue Reading →

Tomris Uyar – İpek ve Bakır

Bu, o gülüş... Ona göstermiştim gülmüştü. Tam beklediğim gülüştü. «Çaylarımızı içerken nasıl surlardan    konuşmuştuk...» Bu şehirde duvarların soluk aldığını, taşların boyuna kaydığını, bir şeylerin boyuna değiştiğini. Konuşmalarımızla bir şeyler kattık o öğleye, o kahveye. Dışardan biri bile sezerdi değişikliği. Neden bir daha alıp başımızı gitmedik öğle tatillerinde? -Okuldaki ders-arası konuşmalarımızı düşünüyorum da, -diyorum-, o günün... Continue Reading →

George Orwell – Paris ve Londra’da Beş Parasız

Zaman geçiyordu ama Jehan Cottard Hanı pek açılacak gibi durmuyordu. Boris ile birlikte, bir gün öğleden sonra mola saatimizde bakmak için oraya gittik; müstehcen resimlerin dışında hiçbir değişiklik yapılmamıştı. Artık bekleyen iki değil üç ödeme emri vardı. Patron bizi her zamanki mülayimliğiyle selamladı, hemen sonra da benden(yani müstakbel bulaşıkçısından) beş frank ödünç aldı. Bunu yaşadıktan... Continue Reading →

Yaşar Kemal – Bu Diyar Baştan Başa

İnsan Ve Orman                                                                                                                                          «Bunları hep Allah mı yakmış İbrahim Emmi?...» «Allah, Allah yavrum...  Yoksa bunca yangını çı­karmağa köylünün gücü yeter mi? ... Köylü Dövletinin ormanını hiç yakar mı?  Bizim hepimiz biliriz ki! Çam gider, çalı kalır. Kum giderse, kaya kalır.'  Köylü bunu bilir.» Kendimde olmadan gülümsüyorum. O da bıyık altından gülüyor. Şunu da unutmadan... Continue Reading →

George Orwell – Wigan İskelesi Yolu

Gözlerini ekonomik olgulardan ayıramadıklarından, insanın ruhu olmadığı sanısıyla hareket ederek açık açık ya da gizliden materyalist bir ütopyayı hedef olarak aldılar. Bunun sonucunda da faşizm, hedonizme ve bayağı “gelişme” anlayışına başkaldıran tüm içgüdüleri istismar etme şansına erişti. Kendisini Avrupa geleneklerinin savunucusu olarak gösterebildi ve Hıristiyanlık inancına, vatanseverliğe ve askeri erdemlere hitap edebildi. Faşizmi “kitlesel sadizm”... Continue Reading →

Dante Alighieri – İlahi Komedya

Bastıran uykuyu büyük bir gürültü götürdü başımdan, zorla uyandırılan biri gibi silkindim kendime geldim;  ayağa kalkıp, dinlenmiş gözlerimi çevremde gezdirdim, anlamak için bulunduğum yeri. Sonu gelmez iniltilerin yükseldiği acılı uçurum vadisi yanıbaşımda duruyordu. Karanlıktı, derindi içi, öyle bir sis vardı ki, dibine bakınca bir şey seçilmiyordu. Yüzü sararan ozan: “Şimdi karanlıklar dünyasına iniyoruz” dedi. “Ben... Continue Reading →

Amin Maalouf – Semerkant

Cihan onu yaralamıştı, şimdi Hayyam da onu yaralıyordu. Onları saran sessizliğin içinde fazla ileri gidip gitmediklerini soruyorlardı kendi kendilerine, bir toparlanıp hâlâ kurtarılabilecek olanı kurtarmanın vakti gelmemiş miydi daha? İşte o an da Hayyam, Cihan'a değil, kadıya kızdı. Konuşmasına izin ver­diği için pişman olmuştu ve o sözlerin sevgilisine yönelik bakı­şını geri dönülmez bir biçimde bozup... Continue Reading →

William Morris- Umudun Yolcuları

İyice büyümüştü şimdi dünya ve bir süre önce kuşkulu ve donuk Düş sisinden bana gülümseyen, net ve dehşet verici şeyleri görüyordum. Yoksulların yoksul olduğunu, yürekleri ya da umutları olmadığını biliyordum; Ve zerre kadar kötülükle bile baş edemeyecek durumda olduğumu biliyordum; Bundan dolayı, bir insanın düşüneceklerini düşünüyor, ve buruk bir ruh haline bürünüyordum, ki orada, bir... Continue Reading →

Hope Mirrlees – Sisler İçindeki Lut

…Crabapple Çiçekleri epey asık suratlarla itaat ettiler zira hem hoca olarak başlarında böyle bayağı bir şaklabanın olması hem de yetişkin birer hanım olduklarında hiçbir işlerine yaramayacak aptal eski moda dansları öğrenmeye zorlanmaları yüzünden hepsinin sinirleri tepesindeydi. Fakat hiç şüphesiz o ihtiyar kemancının yay sihirliydi! Ve hiç şüphesiz dünya üzerinde başka hiçbir ezgi böyle yalnız, böyle... Continue Reading →

Cengiz Aytmatov – Kassandra Damgası

Çember kapanıyor. Zaten bu çember hiç yarılmadı ki… Onun dışına hiç çıkılmadı ki… Bu durumda bu öğrenci nasıl haykırmasın? Savaşın ve silahın insan zekasını bastırdığı tüm zamanlarda, belki de konuşma yeteneğine sahip olduktan sonra insanların düşündüğü ve hep söylemek istediğini kendi eliyle pankarta nasıl yazmasın? Rusya’da hidrojen bombasını bulan Sakharov aslında bunu anladı ve durdu,... Continue Reading →

Louis Marin – İmgenin İktidarları

NO – 39, Vernet. Manzaralarının güzelliğiyle ünlü, deniz kıyısındaki kırlık bir yere gitmeden önce bu sanatçının adını sayfamın üst bölümüne yazmış, yapıtlarını sizlerle paylaşmaya hazırlanıyordum. Orada birileri günün en güzel saatlerini yeşil çuhalı masanın çevresinde harcarken [ … ] ; başkaları omuzlarında tüfekleriyle köpeklerini izlemek için kendilerini helak ederken [ … ] ; başka birileri... Continue Reading →

Cengiz Aytmatov – Gün Olur Asra Bedel

Engin Sarı-Özek bozkırında akşam oluyor, derelerin, tepelerin arasında hava kararıyordu. Batmakta olan güneşin kızıl ışınlarıyla, geçmiş ve gelecek sayısız gecelerden biri daha yavaş yavaş iniyordu bozkırın üzerine. Beyaz deve Akmaya binicisini, hafif, serbest bir yürüyüşle deve sürüsünün bulunduğu yere doğru götürüyor, batan güneşin kızıl ışınları Nayman Ana’nın yüzüne vuruyor, net bir görüntü veriyordu. Nayman Ana... Continue Reading →

JAMES BRACH CABELL – JURGEN

Bir Adalet Komedisi ‘’ Beni pek kurnazca pohpohladın, Jurgen, zira sen dehşet derecede zeki bir adamsın.’’ İşte kuru sesin kurulukla söylediği buydu. ‘’ Birkaç kişinin bunu söylemeye ziyadesiyle hakkı var,’’ diye beyan etti Jurgen, ‘’ ama kimin konuştuğunu tahmin edebiliyorum. Seni pohpohlamaya gelirsek, vaftiz anne, o gün Glathion’ da sadece şaka yapıyordum, aslında gölgenin benim... Continue Reading →

E.R. Eddison – Ouroboros Yılanı

Lord Gro cevap verdi ona, ”Ey Kral, bir çocuğun ipe papatya dizmesi gibi kolayca çağırdığınız bu dehşetli biçimleri. Ölümcül bir korku derinlerden böyle çağrılamaz gerçekte; ancak çabalayarak, ter dökerek, düşünceyi, azmi, yüreği ve kasları zorlayarak çağrılır.”             Kral gülümsedi. ”Doğru söylüyorsun. Öyleyse heyula oyunları kalbini yıldırmadığı için şimdi sana daha cismani bir korku göstereceğim.”            ... Continue Reading →

Robert E. Howard – Conan: Ejderhanın Saati

             Uzun mumların titreşen alevi duvarlara kıpır kıpır siyah gölgeler düşürüyor, içerideki kadife goblenler dalgalanıyordu. Lakin odada hiç rüzgâr yoktu. Etrafta dört adamın dikildiği abanoz masanın üstünde oyma yeşim gibi parıldayan yeşil bir lahit duruyordu. Her bir adamın kalkık sağ elinde yeşil bir ışık saçan siyah renkli garip birer mum... Continue Reading →

Lord Dunsany – Elfdiyarı Kralı’nın Kızı

...Lirazel bir gün geç vakitte çocuk odasından dönüşte kulesinin yüksek pencerelerinin önünden geçerken yıldızlara tapmaması gerektiğini hatırlayarak dışarıdaki akşama bakarken pederin kutsal eşyalarını aklına getirdi ve kendisine söylenenleri anımsamaya çalıştı. Onlara gerektiği gibi tapmak öyle zor geliyordu ki. Lirazel kısa bir süre içinde kırlangıçların topyekûn gideceğini ve onlar gittiği zaman genellikle ruh halinin değiştiğini biliyordu.... Continue Reading →

Jules Verne – Doktor Ox’un Deneyi

Doktor Ox, topluca ve orta boylu bir adamdı; yaşına gelince… yaşını kestirmek oldukça zordu, uyruğunu da. Zaten bunun pek de önemi yok. Onun, Hoffmann’ın bir eserinden fırlamış gerçek bir eksantrik ve hiç kuşkusuz, Quiquendone sakinleriyle gülünç bir tezat oluşturan, sıcakkanlı ve coşkulu, garip bir insan olduğunu bilmek yeterli. Kendine ve doktrinlerine sarsılmaz bir güveni vardı.... Continue Reading →

William Morris – Dünyanın Ötesindeki Orman

Yaşlı adam biraz ilerledikten sonra Walter ihtiyatla ayağa kalktı. Yanında içinde biraz peynir, kurutulmuş balık ve küçük bir matara dolusu şarabın bulunduğu bir çıkın, bir küçük yay ve bir sadak dolusu ok vardı ve tahta saplı bir bıçakla güçlü ve kaliteli bir kılıç kuşanmıştı. İşe yarar tüm eşyalarını gözden geçirdikten sonra hızla tepeden aşağı indiğinde,... Continue Reading →

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑