Bu, o gülüş… Ona göstermiştim gülmüştü. Tam beklediğim gülüştü. «Çaylarımızı içerken nasıl surlardan konuşmuştuk…» Bu şehirde duvarların soluk aldığını, taşların boyuna kaydığını, bir şeylerin boyuna değiştiğini. Konuşmalarımızla bir şeyler kattık o öğleye, o kahveye.
Dışardan biri bile sezerdi değişikliği. Neden bir daha alıp başımızı gitmedik öğle tatillerinde?
-Okuldaki ders-arası konuşmalarımızı düşünüyorum da, -diyorum-, o günün izlenimleri daha kesin, belki ilkliğinden, belki surlardan, belki benim duvardan.
-Hangi duvar? – diyor kayıtsız bir sesle. Yüzü boşalıyor birden. Dudakları aralanıyor.
-Sana göstermiştim ya. Hisar’ın orada. Kızarıyor, susuyor.
-Sevmiştin. -diye üsteliyorum-, gülmüştün.
-Evet sahi, -diye örtüyor-, ne çocuktuk o zamanlar!
Kesmeli.
-Çay olmuştur. -diyorum. Kalkıp ışığı yakıyorum. Mutfak serin. Fincanları tepsiye dizerken kulplarını sola çevirmek gibi bir iğretilik; keşke pasta alsaydım, gibi. Geç artık. Tüylü bir yumak büyüyor boğazımda.
Saçma! Kaşıkları gürültüyle koyuyorum fincanlara.
-Zahmet ettin. Ne gereği vardı şimdi? -diye hep aynı eski kelimelerle konuşuyor.
-Sen çay seversin. -diyorum-. İki şeker, değil mi?
-Nasıl hatırlıyorsun? -diye şaşırıyor-. Pes doğrusu!
-Hatırlamak değil, -diyorum-, başka bir şey. Unutmamak belki. -diye ekliyorum usulca. Boş yere. Kullanacak.
Aynı şey değil mi canım? -diye suçlamaya geçiyor-. Geldiğimden beri söyleyeceğim. Sırası gelmedi bir türlü. Otur şöyle karşıma. Sinirlerin bozuk senin. Gevşe biraz. Yorma kendini; bak hala ayrıntılardasın.
Rahat gerçeklerini ustalıkla sıralıyor: Dinlenmelisin. Yolculuğa çık. Üstüne yeni bir şeyler al. Oku. Gülümsüyor arada, ama gülümseme değil bu, gözlerine bir gülümseme resmi çiziliyor. Dediklerini duymuyorum artık, bacağımı kaşıyorum uzun uzun, çevremde engel olamayacağım bir hızla oluşan kalınlığı, yağlılığı yarmaya uğraşıyorum. Susarsam bir boşluk çünkü, konuştukça bir eksilme.
-Sen neler yaptın peki? -diyorum. Umudum yok ama olsun.
-Anlatmaya değer bir değişiklik yok ki. -diyor-. Annemlerde kalıyorum. Çıkan kitapları okuyorum, sonra sinemalar, tiyatro.
Onun hakkında bildiklerimi tazeliyorum: Akaretler ‘de oturur, babası memurdur, annesi terzi (mi?). Bir ağabeyi, Gülsen diye bir arkadaşı var, o bol etek giyer, bu giymez. Bunları da kendisi anlatmadı bana; bir yerlerden, birilerinden duydum. Doğru mu bilmiyorum. Anlatmazdı ki. Dinlerdi; ben anlatırdım, o dinlendirirdi. Bugün kalkıyorum altı yıl sonra…
-Bir çay daha içer misin? -diyorum sesimi tatlı olmaya zorlayarak.
– Yok, teşekkür. -diyor-. Sinemaya biletim var, yetişemem sonra.-Kalkıyor. Güneşli günlerde bile yanından eksik etmediği yağmurluğunu titizce katlayıp çantasına yerleştiriyor.
-Kendine iyi bak, yine uğrarım.
Nasıl eksilmeden gülümsüyor… Kapıdan çıkışını, sokağın köşesini dönüşünü, yerde gazeteleri savuran rüzgâra karşı güçlükle karşı koyuşunu görüyorum. Hava soğudu.
Odamın duvarları daralıyor, öylece kalıyor, vınlamaların duvarlara sinmiş uğultusu sürüp gidiyor. «Öyle miydi gerçekten?» Bir kere, çimenlere uzanmazdı yanlış, altına bir mendil sererdi. Sonra o gün Hisar dönüşü, yokuşu çıkarken birileriyle karşılaşmıştık (şimdi hatırlıyorum). Tanımadığım, uzaktan uzağa yadırgadığım kişiler. Bir süre hep birlikte çıkmıştık yokuşu. Tepeye varınca tek kelime söylemeden ayrılmışlardı (o da). Oysa yalnız yokuş çıkmak değildi, öncesi vardı günün (Birlikteliğimiz.) Sıcaktı. Onlar kahverengi kazaklarını çıkarmıştı. Ben yaza güç alışırım. Aylarca çıkaramazdım kazağımı. Girişken değildim onun sandığı kadar, ama o silikti düpedüz. Bunca silikken, benim yabancılık çektiğim, ayak uyduramadığım bir okulda o herkesle kaynaşmıştı. Yetenekli değildi, herkes bilirdi bunu, yine de sevilir sayılırdı; selam verirdi, ölçülüydü, dinlerdi, bileti hazırdı, bacakları yanyana dururdu, girdiği kahvelere, geçtiği sokaklara sesinden bir şeyler katmazdı. Belki bu özellikleriydi. Tanımıyorum. Belki değil. Bir çeşit… ne bileyim… Akşamüstü inceliyor gitgide.
Onu öğleden sonra aramıştım.
Yalnızım. Çok canım sıkılıyor. Ha. Gelebilir miydin? Evet rehberdeki adres.
Yarım saate kalmaz oradayım.
(S. 40-41-42-43)
Uyar, Tomris(1971),İpek ve Bakır, Bilgi Yayınevi, Ankara.
Bir Cevap Yazın