William Golding – Serbest Düşüş

Nick’in dünyası da gerçek değildi. O da evreni kaplamıyordu; yaptığımız her bir küçük deneyin sonucu katlanıp çoğalarak tüm evreni doldurmuyordu. O bir çoğaltma deneyi yaptığı zaman ise ilgiyle seyredip hayran kalıyorduk. Nick derslerinde yıldızların çekim gücünü tasvir ederken resimlerini de yapıyordu. O zaman, o dahil hepimizin içine fen bilgisi yerine şiir dolardı. Nick’in  çıkardığı sonuçlar, ayak parmaklarının ucunda muhteşem bir aritmetik ve yıldız dansı yapıyorlardı, ama ne o ne de biz dönüp gökyüzüne bakıyorduk. Benim hayali kavramla tepemizde serili duran resmin arasındaki farkı kendi kendime görmem için aradan bir kuşak geçmesi gerekti. Nick ise gerçeklerden söz ettiğini sanıyordu.

                Cam fanusun içinde bir mum yandı. Su yükseldi ve daha önce oksijenin işgal ettiği boşluğu doldurdu. Mum eninde sonunda söndü ama sönmeden önce aydınlattığı evren öylesine düzen ve mantık doluydu ki, insan ister istemez içinden “Tüm sorunların çözümü burada!” diye bağırmak geliyordu. Eğer sorunlar varsa, çözümleri de kendi içlerindedir. Evrenin içindeki sorunlar çözümsüz olsaydı, bu rasyonel bir evren olmazdı.

                İnsanlar oldukları şeyin işlevine inanırlar ve ne oldukları biraz da hayatta başlarına gelen olaylardır. Ama tüm o baskıya karşı isyanın içinde bazen bir yerlerden ortaya uranyum izotopundan bile daha ender bulunan patateslerin berrak tadı çıkar. Tabii ki Nick de patateslerin tadına aşinaydı, çünkü bencillikten uzak biriydi. Fakir bir ailenin içinde doğmuş ve kendini geliştirme yolunda ölümle burun buruna gelmişti. Dolayısıyla bilgi, onun için en değerli şeydi. Cihaz alacak parası olmadığından deneylerinde teneke, eğik cam ve ebonit kullanırdı. Aynalı galvanometresi tam bir hassasiyet şaheseriydi ve bir seferinde Nick bizim için cam tüp içinde tutsak bir kelebek gibi görünen kutup ışıkları üretmişti. O bizden bir teknisyen yaratmak peşinde değildi, sadece çevremizdeki dünyayı kavramamızı istiyordu. Onun kozmosunda ruhaniliğe yer yoktu ve bunun sonucunda kozmos ona muazzam bir muziplik yaptı. Nick’e bir insan sevgisi, özgecilik, bir nezaket ve adalet duygusu vererek onu tüm insanların sığınacağı bir liman haline getirdi; aynı zamanda bu ona rasyonel evrenin temel ilkeleri hakkında vaaz verme olanağı sağladı, ama çocuklar bunun hiç farkına varmadı. Teneffüs başladığında dahi sınıftan uzaklaşmıyor, çünkü kalabalık bir çocuk grubu onun kirli cüppesinin etrafına toplanıp ona sorular soruyor, onu gözlemliyor ya da mantıksız ve irrasyonel herhangi bir sebepten dolayı ona yakın olmak istiyorlardı. O da sabırla sorulara cevap verir, cevabı bilmediği zaman rahatlıkla söyler, karşısında duran yaratığa kendisiyle aynı önem ve konumdaymış gibi ilgi gösterirdi. Nick de benim gibi gecekondu mahallesinden çıkmıştı, ama bunu kendi aklıyla ve kendi isteğiyle yapmıştı. Onu kimse elinden tutup kaldırmamıştı; o kendisi ayağa kalmıştı, kısa boyu ise yıllarca yarı aç yaşamanın ve aşırı çalışmanın ona bıraktığı miras olmuştu. Nick bir sosyalistti ve olayların heyecanını bizzat yaşamıştı; fakat onun sosyalizmi de doğa felsefesi gibiydi; mantıklı, kibar ve şaşırtıcı derecede güzeldi. Yeni bir dünya hayal ediyordu; kendisinin daha az çalışıp daha çok para kazanacağı bir dünya değil, taşrada yetişen çocukların Eton kadar iyi okullara gideceği bir dünya. Yeryüzündeki bütün ödüllerin bize ve tüm insanlığa bahşedilmesini istiyordu. Şimdi Britanya İmparatorluğu dağıldı ve ben bazen sıcak ülkelerden birinden gelen, kendi iddialarında haklı çıkarak kendi özgürlüklerini kazanmanın gururunu taşıyan insanlarla karşılaşıyorum ve o zaman Nick’i düşünüyorum; ona kalsa daha altmış yıl öncesinden herkesi kendi hayatı pahasına özgür bırakırdı. Öte yandan herhangi bir malı mülkü yoktu; içki ya da sigara içmezdi, arabası da yoktu. Gördüğüm kadarıyla eskimiş ince yünlü mavi bir takım elbise ve asidin aşındırıp file haline getirdiği siyah bir cüppe dışında herhangi bir şeye sahip değildi. Yaradılışın ardındaki ruhu inkâr ediyordu; çünkü göze en zor görülen, en yakın durandır.

                Bu iki insan, Nick Shales ve Rowena Pringle, hatıralarımda giderek daha büyük bir yer kaplıyorlar. Benimkisi onlara karşı duyduğum bir sorumluluk; onlar ise benim kendi şeklimi bulmamda etkisi olmuş ve yetişmemde rol oynamış insanlar. Onları anlamadan kendimi anlayamam. Çünkü onları o kadar çok düşündüm ki artık haklarında o zaman bilmediğim birçok şeyi biliyorum. Bayan Pringle’ın Nick Shales’den nefret ettiğini her zaman biliyordum, ama bu nefretin sebebini şimdi çözdüm; ben Bayan Pringle’a çok benzediğimden sebevini şimdi biliyorum. O Nick’ten nefret ediyordu, çünkü Nick için iyi insan olmak çok kolaydı. Fakat o temiz parmaklı aşırı saygın kadın öğretmen, gizli tutkuları ve ihtiraslarıyla kendini yiyip bitiriyordu. Onun bunun üzerine ne tür barajlar kurarsa kursun, kendi doğasının huysuz ve zapt edilemez sel baskınları patlayıp dışarı fırlıyordu. Acaba bana eziyet edişinde bu yaptığından dolayı kendinden nefret edip çaresizliğe düşerek kendisine de işkence ediyor muydu? Rasyonalist Nick’in bir azizmiş gibi peşinden giden çocukları görünce kim bilir nasıl bir acıyla kıvranmıştı! Bir dizi kalın kafalı dalkavuk kız öğrencinin ve olmasa da olacak birkaç rahip yardımcısının dışında hiç kimse ondan hoşlanmıyordu. (s.220-221-222)

Goldıng Wıllıam (2021). Serbest Düşüş, (çev. Nilgün Miler) Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul   

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: