İnsan Ve Orman
«Bunları hep Allah mı yakmış İbrahim Emmi?…»
«Allah, Allah yavrum… Yoksa bunca yangını çıkarmağa köylünün gücü yeter mi? … Köylü Dövletinin ormanını hiç yakar mı? Bizim hepimiz biliriz ki! Çam gider, çalı kalır. Kum giderse, kaya kalır.’ Köylü bunu bilir.»
Kendimde olmadan gülümsüyorum. O da bıyık altından gülüyor.
Şunu da unutmadan kaydedeyim ki, Antalya Orman Baş Müdürlüğü her kayaya, her ağaca, ormana, yollara orman sevgisi aşılayan vecizeler yazdırmış. Çıplak yamaçlara çimentoyla ta uzaklardan görünen “Ormanı Koru!”lar kondurmuş. Kim anlar, kim dinler mi diyeceksiniz. Olsun. Mutlak faydası vardır. Tebrik ederim.
«Bizim atalarımız ne diye Orta Asya’dan göç etti. Bunu bilmeyen var mı? Yok. İşte böyle ormanları yaktılar, kestiler, orman tükendi. Orman tükenince göl kurudu. Yavrucağızıma deyim. Göl kuruyunca kuraklık başladı. Kuraklık başlayınca göç ettik Ta buralara geldik. Buradan da nereye gideceğiz? Başka yer yok. O sebepten ormana köylü milleti iyi bakar. Bu yangınlara köyde hep çareler düşündük. Vetanımız harap olmasın dedik. Madem yangın Allah tarafından çıkıyor, biz köycek buna çare bulmalıyız dedik. Bir çare bulmalıyız.»
Bir saat mı, iki saat mı yürüdük. Ben kesildim. O boyuna elindeki kirmenini eğirip konuşuyor. Bu dağlardaki erkeklerin hepsinin elinde bir kirmen, durmadan keçi kılından ip eğiriyorlar.
Yukarıdaki Orta Asya meselesi var ya, her yerde kayalara yazılmış. Her orman müdürü, bölge şefi, bakım memuru Orta Asya meselesini diline dolamış, önüne gelene anlatıyor. Bu gezide en az beş yüz ormancıyla karşılaştım. Bu Orta Asya meselesini her ormancı en az üç defa söyledi. “Orta Asyadan netlen göç ettik? Kuraklıktan. Kuraklık neden oldu? Orman tahribinden. Şimdi ise bizim gidecek başka vatanımız yok. Ormanlarımız bitiyor.”
İbrahim Emmi durup durup: «Yanan orman felaket, yaşatan orman varlık getirir. Köylü ne demeye yaksın ormanımızı?»
«Doğru,» diyorum çaresiz. Hoşuna gidiyor. Beni inandırdığını sanıyor. Gittikçe de işi azıtıyor. Benim şaşkınlığımı da görüp veryansın ediyor vecizelere:
«Ormansız dağlar yokluğun kara bekçisidir. Bir parmak toprağın bin senede meydana geldiğini bilir misiniz? Vetandaş ormanı yakma, yurdunu öksüz bırakma! Öksüz kalan yurt ne demektir? Babasız, öksüz demektir. Ormanı biz korursak, o da bizi türlü felaketten korur. Korur demek ne demektir? O sebepten köylü ormanı yakmaz. Ormanı· koru ki, dağın kel, suyun sel olmasın… Emme, emmevelakin şu ormancılarda da suç var azıcık. Eyiler, haslar emme, bir keser saplığı bile kestirmezler. Allah’ın yaktığı ormanı köylüye bulurlar. Orman yurdun hem süsü hem gücüdür. Aaah şu ormancılarımız.»
Kalktık yürüdük. Yollar kayalık. Yollar kılıç sırtı gibi. Sarp bir dağa çıkıyoruz. Tepeye bir saatlik yol var daha. Ter ceketimden de dışarı fışkırmış. Suya batıp çıkmışım sanki. Cıpıl cıpıl. Durmaya gelmez. Üşütüverir. Soğuk yeller üşütüyor zaten.
Bir hayli uğraşmadan sonra tepedeyiz. İkindi üstü. Tepeden çok uzaklar bile gözüküyor. Bütün dağlar kaplan alası gibi. Öyle yanmış.
Herife de iyice içerledim. Köye varsak bırakacağım.
«Bunlar Allah’ın işi mi?» Baktı ki kızgınım:
«Çay köylüleri de yakar. Onlar ormanın vetanın yüreği olduğunu bilmezler. O dinsiz imansızlar.» «Doğru söyle İbrahim Emmi şu sabahtan beri sayıp döktüklerini kaç ayda ezber ettin?»
Şaşırdı, utandı, kekeledi:
«Doğru değil mi dediklerim?» diye masumca sordu.
Karanlık kavuşurken köye indik.
Burmahanda Babacığın evine misafir olduktan sonra, ona parasını verdim savdım. Burmahanın dört saat ötesindeki köyüne doğru yoluna devam etti.
Gece yatarken, Babacığa İbrahim Emmiyi tanıyıp tanımadığını sordum. Çok iyi tanıdığını söyledi.
«Eyi bilir bizim köylü Gök İbrahimi. Bizim köyden çok gelir geçer.»
Babacığa yoldaki konuşmaları, vecizeleri anlattım. Güldü güldü de:
«Bey,» dedi, «bizim köylü Gök İbrahimi neden bu kadar yakından tanır bilir misin? O, çok mahkemeye gider de ondan. Orman yakmak, orman açmak, ağaç kesmek suçundan gider… Vay bre Gök İbrahim vay! Her yıl mutlak iki kere orman suçundan mahkemededir. Köyüne gelip giderken de bizde yatar. Vay bre Gök İbrahim vay! O sana dediği lafları, hep mahkemelerde ezber etmiştir.» (s.346-347-348)
Kemal, Yaşar(1976). Bu Diyar Baştan Başa, Cem Yayınevi, İstanbul.
Bir Cevap Yazın