“Gözlerimi yumarak mırıldadım: ‘Eee Zorba, diri diri Cennet’e girdin; iyi burası kıpırdama!”
Sana başka zaman da söyledim patron, her insanın bir Cennet’i vardır; senin Cennet’in kitaplar ve büyük mürekkep damacanalariyle dolu olacak; bir başkasının ki konyak, uzo ve şarap varilleriyle dolu olsa gerek; bir diğerininki yığınla İngiliz lirası; benim Cennet’im ise şu: Alacalı entarileri, kokulu sabunları, iki kişilik sustalı karyolası olan kokulu küçük bir oda ve yanımda dişilik…
İtiraf edilen günah günah sayılmaz; bütün gün burnumu dışarı çıkarmadım. Nereye gideyim? Ne yapayım? Boşver; burada iyi idim. En iyi lokantaya emir verdim, bize bir tepsi dolusu, hepsi de kuvvet verici olan yemekler getirdiler: Siyah havyar, pirzola, balık, bol meyva, kadayıf. Yine elimizin körünü yaptık, yine uyuduk; akşam üzeri uyandık, giyindik, onu koluma taktım ve çalışacağı kafeşantaya gittik.
…
Benim sıfatım için de asla tasalanmayasın; heyecanlar beni besler, birkaç gün içinde yirmi yaşımı buldum. Öyle kuvvetim var ki, yeni diş çıkaracağım gibime geliyor; hatırlarsın belim ağrıyordu, şimdi keklik oldum; her sabah aynaya bakıp saçlarımın nasıl olup da hâlâ kara vernik olmadıklarına hayret ediyorum.” (s. 152)
Kazancakis, Nikos (1970). Aleksi Zorba, (çev. Ahmet Angın), Ataç Kitabevi, İstanbul.
Bir Cevap Yazın