“Bozkırlar ortasında, bir istasyonda memur olsam, bu hanım da benim karım olsa!’ diye düşündüm… Hoşuma gitti. Kadın olur ki, yalnızlıkta sevilir! Burnuma kırların kokusu geldi. Güzün ovalarda esen rüzgarlar kuru ot kokuları getirir. Bir kadın kırların o esmer renkleri üstünde ne canlı durur! Ben, viski kokan, radyosu öten, dans edilen bol ışıklı bir salonda bu hanımı sevmek istemem.
– Kır ortasında, yapayalnız bekleyen istasyonları ben çok severim, dedim.
– Alıştık da, şimdi bana da iyi geliyor, dedi.
– İnsanın kafa dengi bir kocası, yahut karısı olmalı!
– Olmasa olmaz mı?
– Olabilir; ama olması hoştur. Kırların sessizliğinden kaçar, birbirine sokulurlar!
Kız güldü, o da,
– Olabilir… dedi.
– Benim çocukluğum kırlarda geçti. Oraların tadını bilirim.
– Kırda büyümüş adamlara hiç benzemiyorsunuz!
– Öyle, bu şehirler, şehircikler beni bozdu.
– Kırda büyümüş insanlar bu sizin düşündüklerinizi düşünmezler!
– Şehirler insanları rahatsız eder!
– Burada mı? Bilmem! Gönül rahatsızlığı. Burada rahatsızlıkların neden ileri geldikleri pek belli olmaz.
– Siz şehirleri sevmiyorsunuz galiba?
– Bilmem, gün oluyor ki, ne şehri seviyorum ne köyleri.” (s. 207-208)
Esendal, Memduh Şevket (2007). Ayaşlı İle Kiracıları, Bilgi Yayınevi, İstanbul.
Bir Cevap Yazın