Zygmunt Bauman – Küreselleşme Toplumsal Sonuçları

Bu günlerde hepimiz hareket halindeyiz.

Çoğumuz yerini yurdunu değiştirir; taşınırız ya da yuvamız olmayan yerlere ve oradan da başka yerlere gideriz. Bazılarımız ise seyahat etmek için dışarı çıkmaya gerek duymaz; Web sayfalarında ışık hızıyla, bir oraya bir buraya koşturabilir, yerkürenin uzak köşelerinden gelen mesajları bilgisayar ekranında okuyup, mesajlar gönderebiliriz. Ama çoğumuz, fiziksel bedensel olarak yerimizde dursak bile hareket halindeyizdir. Adet olduğu üzere, koltuğumuza çakılmış  TV ekranında kablolu yayın ya da uydu kanallarının birinden öbürüne zap yaparken, yabancı mekanlara süpersonik jetleri ve kozmik roketleri aşan bir hızla girer çıkarız: ama hiçbir yerde misafirliğin ötesine geçecek, kendimizi chez soi hissedecek kadar kalmayız.

Yaşadığımız dünyada, uzaklık çok da önemliymiş gibi görünmüyor. Bazen uzaklık sanki sadece iptal edilmek üzere  varmış , mekan  ise onu hor görmeye, çürütmeye ve inkar etmeye çağıran başka bir şey değilmiş gibi görünüyor. Mekan artık bir engel değil; onu fethetmek için bir saniye yeterli.

Artık “doğal sınırlar” olmadığı gibi, işgal edilecek bariz bir yer de yok. Şu an nerede olursak olalım, başka yerde olabileceğimizi bilmekten başka bir çaremiz yok; bu yüzden de belirli bir yerde kalma nedenlerimiz giderek tükeniyor (ve dolayısıyla, bir neden bulmaya –ya da uydurmaya- muazzam ihtiyaç hissederiz). Pascal’ın zekice özdeyişi gerçekleşen bir kehanet haline geldi: Aslında, merkezi her yer ve çeperi hiçbir yer olan (ya da, kimbilir, tam tersi) tuhaf bir çember içinde yaşıyoruz.

Yani en azından tinsel olarak hepimiz gezginiz. Ya da, Miçhael Benedikt’in  belirttiği gibi, “her ölçekteki coğrafi yerin anlamı sorgulanıyor artık. Göçebelere döndük; ama hep temas halindeyiz.” Ancak yollara düşelim ya da düşmeyelim, kanaldan kanala geçelim ya da geçmeyelim, bunu sevelim ya da nefret edelim, başka, çok daha derin bir anlamda  daha hareket halindeyiz.

“Durgunluk” ya da hareketsizlik fikrinin, ancak kımıldamadan duran ya da kımıldamadan duruyormuş gibi görülebilecek bir dünyada; sert duvarların, sabit yolların ve paslanacak kadar uzun süre yerinde duran tabelaların olduğu bir yerde anlamı vardır. Nasıl kayan kumların üzerinde kimse “kımıldamadan” duramazsa, bu bizim geçmodern ya da postmodern dünyamızda –referans noktaları kanat takmış uçan ve verdiği talimatı tam olarak okumaya, üzerinde düşünüp taşınmaya, bir şeyler yapmaya fırsat bırakmadan  gözden kaybolmak gibi can sıkıcı bir alışkanlığı olan bir dünyada –da kımıldamadan durulamaz. Louvain Katolik Üniversitesi’nden Profesör Ricardo Petrella yakınlarda bunu çok güzel özetlemiştir: “Küreselleşme, (mal ve hizmetlerin ömrünü son derecede ve evrensel düzeyde kısaltarak) ekonomileri gelip geçici , uçucu ve (geçici, esnek ve parça başı işlerle) istikrarsız üretimin kucağına itmektedir.”

Küresel rekabetin her yeri saran , “çığırından çıkmış” sık ve karanlık ortamında kendine ait ite kaka yol bulup kamunun dikkatini üzerinde toplamak için  mal, hizmet ve imajlar, arzu uyandırmalı ve bunu yapabilmek için de muhtemel  tüketicilerini ayartıp, rakiplerini püskürtmelidir. Bu işi başarır başarmaz ise, (“ekonomik büyüme” adıyla yeniden vaftiz edilen) küresel kar ve  hep daha büyük kar peşindeki sürek avı  durmasın diye, öteki arzu nesnelerine çabucak yer açmalıdır. Günümüz endüstrisi cezbetme ve ayartma üretimine ayarlıdır. Ve cazip şeyler, doğaları gereği, ancak ve ancak uzaklardan, gelecekten göz kırpıp davet ediyorsa ayartıcı ve baştan çıkarıcıdır; nasıl arzu tatmininden sonra sürmezse, ayartmada ayartılanın teslimiyetinden sonra süremez.

Arzuları doyurma değil de yeni arzular peşinde koşmanın görünür bir bitiş çizgisi yoktur. Bizatihi “limit” nosyonunnun   zamansal/mekânsal boyutlarının olması gerekir. “İhtiyacı gidermek için bekleme”ye  gerek kalmamasının sonucunda ihtiyaçta bitmiş, geriye sadece beklemek kalmıştır. Tüm vadeler, ilkede, anındalık düzlemine indirilebildiğinde ve böylece sonsuz çokluktaki zamansal olaylar bir insan ömrüne sığdırılabildiğinde, tüm mesafeler yan yana gelebilecek şekilde sıkıştırılmaya uygunmuş  gibi göründüğünde ve böylece yeni heyecanlar arayanlar için hiçbir mekan ölçeği ilkede çok büyük olmadığında, “limit” fikri nasıl bir anlam taşıyabilir ki? Ve mantık yoksa, anlamlı bir anlam yoksa, ayartma ve arzunun durmaksızın dönen sihirli çarkını hareket ettiren kuvvetin tükenmesi de söz konusu değildir. Jeremy Seabrook’un ikna edici bir biçimde ifade ettiği gibi, bunun hem zenginler hem de fakirler açısından sonuçları son derece önemlidir: Yoksulluğa “çare” bulunamaz; çünkü o kapitalizm hastalığının bir semptomu değil, tam tersine, kapitalizmin sağlıklı ve gürbüz olduğunun, giderek daha büyük birikimi ve çabayı teşvik ettiğinin kanıtıdır… Dünyanın en zenginleri bile, her şeyden önce, feragat etmek durumunda kaldıkları şeylerden yakınırlar… En ayrıcalıklı olanlar bile daha fazlasını elde etmek için çabalama mecburiyeti duyarlar… (s.96-97-98-99)

Bauman Zygmunt (2017). Küreselleşme,(çev. Abdullah Yılmaz),İstanbul

Yorum bırakın

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑