O günlerde insanca, dostça bir merhabanın bile özlemini çekiyorduk. Hiç unutmam, Hukuk Fakültesinden bir asistan arkadaşım, bir Amerikalı subayın tercümanı olarak Patnos’a gelmişti. İlerici olmasına ilerici, devrimci olmasına devrimciydi.Yedek subaylığını yapıyordu. Alayın eğitim alanında karşılaştık. Görmezlikten geldi. Tam önümden geçerken, başını Amerikalı subaya doğru dönerek, geçti gitti. Kolay mı sakıncalı olmak? Ya bana selam verdiğini görürlerse ne olur, önce elinden yedek subaylık hakkı alınır, sonra yaptığı doktora hiçe sayılır, belki kurşuna da dizilirdi! Bir merhaba için değer miydi bunca tehlikeye atılmak? İşte onun için, bir küçücük merhaba bile içimi ısıtırdı. Ağrı Askeri Hastanesindeki doktorları çok sevdim. Bir tanesi ise, bambaşkaydı. Öylesine içtendi ki, sormayın. Bizim siyasal görüşlerimize oldukça karşıydı. Fakat o ölçüde de saygılıydı. “ Bey “ diyerek konuşur, yattığım odaya, sanki ayağının ucuna basarak girerdi. Mide röntgenim çekildi ve “ deodonum ülseri “ olduğum anlaşıldı. İnsanın komünist olup olmadığını anlamak çok güç iş : Önce izleyeceksin, sonra fişleyeceksin, telofonunu dinleyeceksin, göz altına alacaksın, tutuklayacaksın, yargılayacaksın, mahkum edeceksin… Oooo, uzun iş. Fakat ülser öyle mi? film çekiliyor, orada ülser olup olmadığın hemen anlaşılıveriyor. Komünist olmayıp ülser de olduğum anlaşıldıktan sonra beni değil amma, Doktor Yüzbaşı Turgut Tokaç’ı bir telaş aldı. Bir gün odama geldi:
__ Uğur Bey, sizden bişey rica edeceğim ..
__ Buyrun.
__ Bize, kendi isteğim ile Birliğime katılıyorum diye bir kağıt verir misiniz? Rica ediyorum.
__ Neden? Hasta değil miyim?
__ Hasta olmasına, hastasınız. Size üç ay hava değişimi vermemiz gerekir amma, durumu biliyorsunuz ..
Evet ben durumu biliyordum. Doktorları güç durumda bırakmamalıyım. Hem Tümen Komutanı Tümgeneral Kazım Avdan, ikidebirde :
__ Uğur’a rapor vermeyin ha … diye doktorlara, aba altından sopa gösteriyormuş. Ağrı Askeri Hastanesi doktorları,benim mide ülseri dolayısıyla, ikiye ayrılmışlar. Sonunda,Ankara Gülhane Tıp Akademisi Hastanesine yollanmam için karar çıktı. Ankara’ya geldiğimde,doktorlar,beni önce astsubay hastalarının yattığı koğuşa aldılar. Sonra da, bir general odasına. Patnos’da er, Ankara’da general. Gel keyfim gel! General odasında yattığım gecenin sabahı, odayı temizlemek üzere bir hademe kapıyı açtı. Baktı ki, içerde, pijamalar içinde saçları kesik, gözlüklü bir adam oturuyor. Alışkanlıktan olacak:
__ Paşam, girebilir miyim?. deyince, beni bir gülmek aldı.
Paşaya bak, paşaya!
Hademe, sonra garip garip bakmaya başladı. Paşa desen, paşa değil, er desen er değil, paşa odasında pijama ile ne arıyor. Sordu:
__ paşam, rahatsızlığınız ne?
Ne deyim: Kesik saçlarımı düşünüp, hademeyi yanıtladım:
__ Saçkıran,saçkıran.Saçlarımı onun için kestiler …
(s.127-128-129)
MUMCU,Uğur (1980). Sakıncalı Piyade, Tekin Yayın Evi, Ankara.
Bir Cevap Yazın