Jared Diamond – Tüfek, Mikrop Ve Çelik

            

İnsanlık tarihinde öldürücü mikropların oynadığı önemli rolü çok iyi gösteren olay Yeni Dünya’nın Avrupalılarca fethedilişi ve nüfusun azalışı olayıdır. Avrupalıların tüfekleri ve kılıçlarıyla savaş alanlarında ölen Amerikan yerlilerinden çok daha fazlası Avrasya mikropları yüzünden yataklarında öldüler. Yerlilerin ve yerli şeflerin çoğunu öldüren ve hayatta kalanların morallerini çökerten bu mikroplar yerlilerin direncini yerle bir etti. Örneğin, 1519’da Cortes yanında 600 İspanyol’la birlikte, nüfusu milyonları bulan, askeri bakımdan son derece üstün Aztek İmparatorluğu’nu ele geçirmek üzere Meksika kıyısına çıktı. Cortes’in Aztek başkenti Tenochtitlan’a ulaşması, adamlarının “yalnızca” üçte ikisini kaybetmesi ve kıyıya geri dönmeyi başarması hem İspanyolların askeri üstünlüklerini hem de Azteklerin başlangıçtaki saflıklarını gösteriyor. Ama Cortes’in ikinci saldırısı başladığında Aztekler artık saf falan değillerdi, mütiş bir inatla sokak sokak savaştılar. İspanyollara kesin üstünlüklerini kazandıran şey, İspanyol Kübasından gelen mikroplu bir köleyle 1520’de Meksika’ya ulaşan çiçek hastalığıydı. Salgın hale gelen bu hastalığın sonucunda Azteklerin neredeyse yarısı öldü, İmparator Cuitlahuac da ölenlerin arasındaydı. Yerlileri öldüren, sanki İspanyolların yenilmezliğini ilan eder gibi onlara dokunmayan bu gizemli hastalık karşısında hayatta kalan Azteklerin morali bozulmuştu, 1618’de Meksika’nın daha önce 20 milyon olan nüfusu aşağı yukarı 1,6 milyona düşmüştü.

    Aynı korkunç şans, 1531’de 168 adamıyla gelip nüfusu milyonları bulan İnka İmparatorluğu’nu ele geçirmek üzere Peru kıyılarına ayak basan Pizarro’nun da yüzüne güldü. Pizarro’nun yüzünü güldüren, İnkaları ağlatan şey 1526’da bu topraklara gelen çiçek hastalığıydı. İnka nüfusunun büyük bölümü ölmüştü, ölenlerin arasında hem imparator Huayna Capac hem de onun yerine atanan halefi vardı. III. Bölüm’de gördüğümüz gibi tahtın boş kalması üzerine Huayna Capac’ın iki oğlu Atahualpa ile Huascar taht kavgasına başlamış, Pizarro da parçalanmış olan İnkaları yenilgiye uğratmak için bundan yararlanmıştı.

                Amerika Birleşik Devletleri’nde bizler en kalabalık Yeni Dünya toplumlarını düşündüğümüzde aklımıza daha çok Aztekler ve İnkalar gelir. Kuzey Amerika’da bugün bizim en iyi çiftlik arazilerimizin bulunduğu Mississippi Vadisi’nde, bu en akla yatkın bölgede de kalabalık nüfuslu yerli toplumların yaşadığını unuturuz. Bu bölgedeki toplumların yok oluşuna fatihler doğrudan doğruya hiçbir katkıda bulunmamıştır oysa; daha önceden yayılan Avrasya mikroplarının marifetidir her şey. Hernando de Soto 1540’da ilk Avrupalı fatih olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin güneydoğu bölgesinde ilerlerken iki yıl önce salgın hastalıklardan kasaba halkı öldüğü için boşalmış kasabalarla karşılaşmıştı. Bu hastalıklar onlara, kıyıları ziyaret eden İspanyollardan mikrop kapan kıyı bölgesi yerlilerinden bulaşmıştı. İspanyolların mikropları İspanyolların kendilerinden önce iç bölgelere doğru yayılmıştı.

                De Soto yine de aşağı Misissippi kıyılarındaki yoğun nüfuslu bazı yerli kasabalarını görme şansına sahip oldu. Onun keşif yolculuğu sona erdikten sonra Avrupalıların yeniden Mississippi Vadisi’ne ulaşması zaman almıştı ama Avrasya mikropları artık Kuzey Amerika’ya yerleşmişti, durmadan yayılıyordu. Aşağı Mississippi’de Avrupalılar ikinci kez boy gösterdiğinde, yani 1600’ların sonlarında Fransız göçmenler geldiğinde o büyük yerli kasabaların hemen hemen hiçbiri yoktu. Missisippi Vadisi’ndeki büyük höyükler onların kalıntısıdır. Kolomb Yeni Dünya’ya ayak bastığında, bu höyüklerin ait olduğu toplumların çoğunun hala büyük oranda öylece durduklarını, 1492 ile Avrupalıların Mississippi’yi yöntemli olarak keşfettikleri yıllar arasında (belki de hastalık sonucunda) yok olduklarını ancak yakın zamanda fark ettik.

                Benim çocukluğumda okullarda bize Kuzey Amerika’da başlangıçta yalnızca bir milyon kadar yerlinin yaşadığını öğretirlerdi. Bu sayının böyle düşük olması, hemen hemen boş sayılan bir kıtayı beyazların ele geçirişinde hiçbir sakınca olmadığını göstermeye yarardı. Oysa arkeoljik kazılardan ve kıyılarımıza gelen ilk Avrupalı kâşiflerden

 kalan betimlemelerden öğrendiğimize göre artık başlangıçta 20 milyon kadar yerlinin yaşadığını biliyoruz. Genel olarak Yeni Dünya’da Kolomb’un gelişinden sonraki bir ya da iki yüzyıl içinde yerlilerin nüfusundaki azalma oranının % 95’i bulduğu tahmin ediliyor.

                Başlıca ölüm nedeni Eski Dünya’nın mikroplarıydı, Amerikan yerlileri bu mikroplarla hiç karşılaşmamışlardı, bu yüzden de onlara karşı ne bağışıklıkları ne de genetik dirençleri vardı. Çiçek, kızamık, grip, tifüs öldürücülükte birinciliği almak için yarışıyordu. Sanki bunlar yetmiyormuş gibi difteri, sıtma, kabakulak, boğmaca, veba, verem, sarıhumma da onlarla yarışıyordu. Beyazlar mikropların gelişiyle yaşanan kırımlara kendi gözleriyle sayısız kereler tanık oldular. Örneğin 1837’de, bizim Great Plains bölgesindeki en gelişmiş kültürlerden birine sahip olan yerli Mandan kabilesine, St. Louis’den yola çıkıp yukarı Missouri’ye doğru yol alan buharlı gemiden çiçek hastalığı bulaştı. Bir Mandan köyünün nüfusu birkaç hafta içinde 2000’den 40’ın altına düştü.

                Eski Dünya’dan gelen bir düzineden fazla önemli bulaşıcı hastalık Yeni Dünya’yı yurt edinirken Amerika Kıtalarından Avrupa’ya giden belki de tek bir öldürücü hastalık bile olmadı. Olduysa bile  ancak anayurdu tartışmalı olan frengi olabilir. Bu mikrop değiş tokuşunun tek yanlılığı, bizim bulaşıcı kalabalık hastalıklarımızın evrimi için çok kalabalık nüfuslu insan topluluklarının gerektiğini hatırladığımız zaman daha da dikkat çekici olmaktadır. Kolomb öncesi dönemdeki Yeni Dünya nüfusu konusunda son zamanlarda yeniden yapılan tahminler doğruysa çağdaş Avrasya’nın nüfusunun çok altında değildi. Tenochtitlan gibi bazı Yeni Dünya kentleri dünyanın o zamanki en kalabalık kentleri arasındaydı. Niçin Tenochtitlan’da İspanyolları bekleyen korkunç mikroplar yoktu?

                Çok kalabalık nüfuslu insan topluluklarının Yeni Dünya’da Eski Dünya’dakine göre biraz daha geç bir tarihte ortaya çıkmış olması etkenlerden biri olabilir. Bir başka neden ise Amerika’daki en kalabalık nüfuslu üç merkezin –Antlar’ın, Mezoamerika’nın, Mississippi Vadisi’nin- Avrupa, Kuzey Afrika, Hindistan ve Çin gibi, Roma döneminde düzenli ve hızlı ticaret yoluyla mikroplar için kocaman tek bir üreme çiftliği haline gelecek şekilde birleştiği gibi birleşememiş olmasıdır. Bu nedenler yine de Yeni Dünya’da niçin hiçbir öldürücü salgın kalabalık hastalığının görülmediğini açıklamaya yetmez. (1000 yıl önce ölmüş bir Perulunun mumyasında verem DNA’sına rastlandığı rapor edilmişti ama uygulanan saptama yöntemiyle bunun insan veremine mi yoksa onun yakın akrabası olan ve yaban hayvanlarda yaygın olarak görülen hastalık mikrobuna [Mycobacterium bovis] mı ait olduğunu saptama olanağı yoktur.)

                Ama biraz duraklar ve temel bir soru sorarsak Amerika kıtalarında öldürücü salgın kalabalık hastalıklarının görülmemesinin temel nedeni ortaya çıkar. Bunlar hangi mikropların evrimleşmesiyle ortaya çıkmış olabilir? Avrasya’daki salgın kalabalık hastalıklarının Avrasya’da evcilleştirilen sürü hayvanlarının hastalıklarının evrimleşmesiyle ortaya çıktığını daha önce görmüştük. Avrasya’da böyle pek çok hayvan olmasına karşın Amerika kıtalarında ancak beş tür hayvan evcilleştirilmişti: Meksika ile Amerika Birleşik Devletleri’nin doğusundaki hindi Andlar’da lama/alpaka kobay, tropik Güney Amerika’da berberistan ördeği, Amerika kıtalarının her yerinde köpek.

                Beri yandan Yeni Dünya’da evcil hayvanlarının azlığının yaban başlangıç malzemesinin azlığını yansıttığını görmüştük. Amerika kıtalarındaki büyük memeli hayvanların % 80’i 13.000 yıl önce son Buzul Çağı’nın sonunda yok olmuştu. Amerikan yerlilerinin elinde kalan birkaç evcil hayvanın, inekler ve domuzlarla karşılaştırıldığında kalabalık hastalıklarına kaynaklık etme olasılığı yoktu. Berberistan ördekleri ve hindiler büyük sürüler halinde yaşamazlar, (koyun yavruları gibi) sokulgan hayvanlar olmadıkları için onlarla fazla fiziksel temasımız olmaz. Kobaylar düşmanlarımızın listesine Chagas hastalığı ya da leishmaniasis gibi bir tripanozomiyaz hastalığı eklemiş olabilirler ama bunu kesin olarak bilemiyoruz. Önce, Avrasya’daki hayvan varlığının Andlar’daki eşdeğeri olarak düşünmeden edemeyeceğimiz lamalardan (alpakalardan) insanlara geçmiş bir hastalığın bulunmaması her şeyden çok şaşırtıcıdır. Ama lamaların insanlarda hastalık yapan mikroplara kaynaklık etmelerini engelleyen dört etmen vardır: koyunlara, keçilere, domuzlara göre daha küçük sürüler halinde yetiştiriliyorlardı; lamalar  Andlar’ın  ötesine  yayılmadıkları için toplam sayıları Avrasya’nın evcil hayvan varlığı nüfusunun boyutlarına asla yaklaşamadı bile; lama sütünü insanlar içmezler (ve sütten mikrop kapmazlar); lamalar ev içlerinde, insanlarla yakın temas halinde yetiştirilmezler. Oysa Yeni Gine’nin yüksek bölgelerinde genellikle insan anneler domuz yavrularını emzirir ve çiftçilik yapan köylüler hem domuzlara hem ineklere kulübelerinde bakarlar.

                Hayvanlardan geçmiş hastalıkların tarihsel önemi Eski Dünya ile Yeni Dünya çatışmasının çok ötelerine uzanır. Avrasya mikropları dünyanın pek çok başka bölgesindeki yerli halkların, Büyük Okyanus adalarında yaşayanların, Avustralya yerlilerinin, Güney Afrikada’ki koisan halklarının (Hotantoların, Buşmanların) yok olmasında kilit önemde rol oynamıştır. Daha önce Avrasya mikroplarıyla hiç karşılaşmamış olan ve bu mikroplar yüzünden ölen insanların oranı toplamda %50 ile %100 arasında değişir. Örneğin, Hispaniola yerli nüfusu, MS 1492’de Kolomb geldiği zaman, 8 milyondan 1535’te sıfıra düştü. 1875’te Avustralya’yı ziyaretten dönen bir Fiji şefi Fiji’ye kızamığı getirdi, (1791’de Avrupalıların ilk ziyaretiyle başlayan salgın hastalıklar yüzünden Fijililerin çoğu öldükten sonra) o tarihte hala hayatta olan Fijililerin dörtte biri kızamıktan öldü. Kaptan Cook ile birlikte gelen frengi, belsoğukluğu, verem ve gripten sonra 1804’te görülen büyük bir tifo salgını ile birlikte sayısız “küçük” salgınla Hawaii’nin nüfusu 1779’da yarım milyon iken, çiçek hastalığının Hawaii’ye ulaştığı ve hayatta kalanlardan 10.000’inin ölümüne yol açtığı 1853 yılında 84.000’e düştü. Bu örnekler nerdeyse böyle sonsuza kadar uzatılabilir.

                Yine de mikroplar yalnızca Avrupalıların lehine çalışmamıştır. Yeni Dünya’da ve Avustralya’da Avrupalıları bekleyen, oraların kendi yerel salgın hastalıkları yoktu ama Tropik Asya’da, Afrika’da, Endonezya’da, Yeni Gine’de pekâlâ vardı. Eski Dünya’nın tropik kuşağında sıtma, Güneydoğu Asya’nın tropik bölgesinde kolera, tropik Afrika’da sarıhumma bir zamanlar insanları kırıp geçirmekle ünlü hastalıklardı (ve hala da öyle). Avrupalıların tropik bölgeleri sömürgeleştirmelerini zora sokan en ciddi engel bu hastalıklardı ve Avrupalıların Yeni Dünya’yı bölüp parçaladıktan ancak 400 yıl sonra Yeni Gine’yi ve Afrika’nın büyük bir bölümünü parçalayabilmelerinin nedeni de buydu. Dahası, sıtma ile sarıhumma, Avrupalıların gemi trafiğiyle bir kez Amerika kıtalarına ulaştıktan sonra Yeni Dünya’nın tropik bölgelerinin de sömürgeleştirilmesini zora sokan başlıca engel haline geldi. Fransızların Panama Kanalı girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasında bu iki hastalığın oynadığı rolü biliyoruz, Amerikalıların sonunda başarılı olan girişimi de nerdeyse bunlar yüzünden başarısızlıkla sonuçlanmak üzereydi. (s.270-271-272-273-274-275-276)

Diamont Jared (2010). Tüfek Mikrop ve Çelik, (çev. Ülker İnce) TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları,Ankara

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: