
(Eskiler, müziğin bölümlerini oluşturan ve birbirine eş aralık, nota ve tetrakhordlardan meydana gelen üç tipin yalnızca biri üzerinde düşünmüşler, diatonik ya da khromatiği değil de enarmonik türü ve diapason aralığını incelemişlerdi. Onlar, diğer türlerin ses aralıkları hakkında farklı görüşlere sahip olmuşlarsa da enormanik türün tekliği hususunda hemfikirdirler.) Şurası kesin, müziği tam olarak kavramak isteyen biri, çalışmalarını, yalnızca bu konu ile sınırlandırmamalıdır. Yetkin bir müzisyen olacak kişi, bilimin müzik ile ilgili diğer tüm dallarını da bilmeli, bunları, bir bütünün parçaları olarak görmeli ve yalnızca sahip oldukları bireysel nitelikleri değil ama birbirleriyle olan ilişkilerini de kavramış olmalıdır. Sadece müziği anlamak, dar bir alana hapsolmak demektir. Genel olarak söylemek gerekirse, kişi, müziğin gücüne ve güzelliğine dair ustaca bir hüküm vermek için, işitmeye de kavramaya da aynı ölçüde ihtiyaç duyar. Üstelik ne aceleci davranıp, bunlardan ilkinin, sonra gelenin önüne geçmesine müsaade eder ne de yavaş davranıp geride kalmasına. Kimi zaman zihnin yapısında bir kusur olur ve bu iki bozukluk yani acelecilik ve yavaşlık, bir arada bulunur. Lakin bunun çaresi özenle aranmalı ve duyularla kavrayış her durumda birbirleri ile uyum halinde bulunmalıdır.
Şarkı söyleyen birini dinlerken, aynı anda üç şey işitiriz. Tiz ya da pes olan sesi, bu sesin uzunluğunu ya da kısalığını ve söylenen hece ya da harfi. Sesler aracılığı ile ezgiyi, bu seslerin süresi aracılığı ile ritmi, harfler ve heceler aracılığı ile de dile getirilen duyguyu kavrarız. Bunlar eş zamanlı oluştuğu için, dinleyeni aynı anda etkilemelidirler. Şu da açık ki biri, bu üç şeyi ayırt edemezse, bunların her birinin özelliklerini değerlendiremez ya da birbirleriyle uyumlu olup olmadıklarına karar veremez. Öte yandan herhangi bir yapıtın kusursuz olup olmadığına hükmetmek için bu özellikleri fark etmek kesinlikle gereklidir. Bu kanıya, salt seslerle, bunların nicelikleriyle ya da harflerle varılamaz. Bu ilkeler, sadece birlikte iken etkili olurlar. Ezginin unsurlarına dair bu kadar söz söylemek yeter.
İncelenmesi gereken başka bir husus da usta bir müzisyen olmak için, bu ilmin uygulamalı kısımlarını biliyor olmanın yeterli olup olmadığıdır. Genel görüşe göre, bunlar müziğin esasını oluştursalar da beğeniyi geliştirmeye ya da kanıyı güçlendirmeye katkıları yoktur. “Uygulamalı kısımlar” derken, alet çalmayı, şarkıcının ses tonunu ve kulağın yatkınlığını yani tonlama ve zamanlama ile ilgili olan bölümleri kastediyorum. Bunlara ahenk ve ritim bilgisi ile müzik ve şiir kuramını ve müziğe özgü kabul edilen her ne varsa onları da ekleyebilirim. Ben, bunların, müzisyenin doğru kanıya varması için yeterli olmadığını iddia ediyorum. Sebeplerine gelince, evvela, makul bir hüküm vermeye yarayan hususların kimisi açık ve anlaşılır iken diğerleri nerdeyse sınırsız sayıda olduklarından tek bir ilkeye indirgenemezler. Öncekiler arasında bizzat şiir, şarkıcılarla çalgıcıların icrası ve bu türden diğer unsurlar yer alır. Sonrakiler yahut belirsiz olanlar ise kusursuz bir eser için aynı ölçüde gerekli olsalar da uygulamada ikincil ve önemsiz kabul edilirler. Bu tür şeyler, eser ve seslendirilişi ile ilgili olan çok sayıda ufak ayrıntılardır. İkinci bir neden ise şiir ile alakalıdır. Birden fazla aulosun eşliğinde seslendirilen bir yapıtı dinlerken, çalgıların uyum halinde olup olmadığını ya da şarkıcının hatasız olup olmadığını belirlemek zor olmayabilir ama bunlar koşullara bağlıdırlar ve her biri, icra için gereken birer araç olmaktan ibarettirler. Amaç değildirler. Aslına bakılırsa, bunların ve müzikal yapıt ve icrası ile ilgili olan diğer unsurların eksiksiz olarak algılanışı ve kavranışı aracılığıyla eserin niteliği ve şairin gayesi ile örtüşüp örtüşmediği anlaşılır. Aynı neticeye, şiiri irdelersek, birçok tutkuyu doğru ifade edip etmediğini sorgularsak da varırız.
Bu sebeplerden dolayı, müziğin en çok ahlaki etkisine önem veren büyüklerimiz, ciddi ve sade bir üsluba sahip olan eski müziği tercih etmişlerdi. Rivayete göre, Argoslular, çıkardıkları bir yasa ile bu üsluptan ayrılmayı yasaklamış, çalgı telinin sayısını yedi ile sınırlamış, bunu arttırmaya ve Miksolydia makamını kullanmaya kalkışan olursa, para ödemeye mahkûm etmişlerdi. Saygın bir filozof olan Pythagoras da müziğin, duyular vasıtası ile değerlendirilemeyeceğini, onun sahip olduğu erdemin yalnızca us aracılığı ile anlaşılabileceğini söylemişti. Müziği, işitme ile değil ama sayısal oranlar aracılığı ile kavramak gerekliydi. Pythagoras, ayrıca, bu ilmi, diapason aralığı ile sınırlandırmıştı. (s. 36-37-38-39)
Plutarkhos (2016). Müzik Üzerine, (çev. Didem Demiralp) Detay Yayıncılık, Ankara
Bir Cevap Yazın