”Oysa aydınlanmanın acımasız bir diyalektiği vardır: Işığın varlığı anca nesneye düşüp yansıdığında görünür hale gelir ve ışık enerjidir, kaynağını tüketir. Yani, aydınlanmış olmak bir insanın kendi kendine yaşayacağı bir durum değildir, sürdürülmesi ancak başkalarını aydınlatmak için emek vererek mümkündür. Bu, aydınlanmış insanın yalnız sorumluluğu değil, varlık koşuludur.
Tekelleşmiş burjuvazi, aydınlanmanın toplumsal mirasını reddederken, eğitimli emekçilere de bu mirasın taşıyıcısı ve geliştiricisi değil, mirasyedisi olmayı öğütler: ‘Çok şey bil, benim işime yarayacakları benim yerime düşünmek için kullan; kalanını da sosyal medyada ve arkadaş sohbetlerinde sergileyerek kendini parlat, cahillerden daha bilgili olduğun için kendini iyi hisset.’ Bu, sopanın ucundaki havuç dahi değil, basbayağı bir zokadır ve yutanlar kendilerini Voltaire, Kant ve Darwin gibi büyük insanların inşa edip Rockfeller, Soros, ve Trump gibi küçük insanların yıkılmaya terk ettiği, Usher’ların Evi misali çökmek üzere olan bir malikanenin yalnız sahibi olarak bulurlar. Üstelik pencereden dışarı baktıklarında gördükleri şey, ellerindeki meşaleler geceyi aydınlatan bir cahil linç güruhu tarafından kuşatılmış olduklarıdır.” (s.49)
Önal, Nevzat Evrim (2017). Bilmiyorlar, Ama Yapıyorlar, Yazılama Yayınevi, İstanbul.