“… Modern bilim ile mistik – büyüsel bilim arasında her şeyden önce paradigma farkı vardır. Bilindiği gibi, paradigma olarak adlandırılan şey, teorik ve pratik her türlü bilimsel etkinliğin kendisine dayandığı bir modeldir. Buna göre bilimsel paradigmalar doğa bilgisini elde etme yollarını ve evreni açıklama tarzlarını belirleyen yapısal modeller olarak iş görür. Birer yapısal model olarak değerlendirdiğimizde, Rönesans’ın büyüsel bilimi ile modern bilim temel ilkeleri bakımından da farklıdır. Buna göre, Rönesans’ın büyüsel paradigmasının ve onun üzerinde temellenen doğa araştırmasının temel ilkesi insanbiçimciliktir (antropomorfizm); buna karşılık modern bilimsel paradigmanın ve bu paradigma üzerinde temellenen modern doğal bilimlerinin temel ilkesi insanbiçimcilikten-arındırmadır (de-antropomorfizm). Gerek insanbiçimcilik olsun gerekse de insanbiçimcilikten-arındırma olsun, her iki ilkeyi de insanın kendisi dışındaki somut varlıkları algılama ve soyut varlıkları tasarlama biçimi olarak tanımlayabiliriz. İnsanbiçimci algılama ve düşünme tarzında, bütün insani nitelikler insani olmayan varlıklara, yani canlı ve cansız her türlü varlığa ve nihayet tanrı, melek, şeytan gibi soyutlamalara atfedilir. Buna göre her türlü duyum, aşk, nefret, tutku, korku, sevinç, öfke gibi insana ait duyusal ve duygusal durumlar ve bunlara ilaveten bilinç, akıl ve düşünme gibi yine insana ait her türlü zihinsel durumlar, tüm varlıklar alanına uygulanır. Nasıl insan bu duygusal ve zihinsel durumların etkisiyle belli hedefler ve amaçlar (erekler) besleyen bir varlıksa, aynı şekilde bütün doğal varlıklar ve aynı zamanda onların yaratıcısı veya düzenleyicisi olduğuna inanılan tanrılar (veya tanrı) belli hedefler ve amaçları olan varlıklardır. İnsanbiçimci tasarımın temelinde insan-merkezcilik bulunur; çünkü bu tasarım tarzında insan bütün varlıkları kendisi gibi, yani kendisinin benzeri olarak tasarlar. Buna karşılık insanbiçimcilikten-arındırma ilkesi insanın kendisini merkezden çekmesini ve kendi dışında yer alan varlık alanlarını kendine ait niteliklerle tanımlamaktan vazgeçmesini ifade eder. Bu ilke uyarınca her varlık kendi yapısının gereklerine uygun bir biçimde tasarlanır ve doğa söz konusu olduğunda ise, canlı ve cansız bütün varlıklar kendi nesnel özellikleri gözetilerek açıklanır.
O halde daha şimdiden modern bilimle büyüsel bilim arasındaki, paradigma düzlemindeki farkın son derece köklü olduğunu söyleyebiliriz ve modern bilim olarak adlandırılan şeyin, 17. yüzyılda doğaya insanbiçimcilikten-arındırma ilkesini bilinçli bir şekilde uygulayan bir dizi filozof ve bilim adamı tarafından tesis edildiğini ilave edebiliriz. Ama bunları söylemek Rönesan’taki büyüsel düşüncenin modern bilimin kuruluşuna hiçbir katkı sağlamadığını söylemek değildir. Ne var ki, bu katkının ölçüsünü belirlemek de oldukça önemlidir. Bunun için ise, öncelikle, büyünün antropolojik ve olgusal bir perspektiften incelenmesi ve Rönesans büyüsünün köklerinin ortaya konması gerekir. Böyle bir inceleme hem Rönesans’ın büyü geleneğinin modern bilime nasıl hizmet ettiğini anlamamıza hem de modern bilimin hangi noktada büyü ile kırılma ilişkisi içerisinde tesis edildiğini görmemize yardımcı olacaktır. O halde büyüye ilişkin antropolojik ve olgusal açıklamaları ve Rönesans büyüsünün temellerini incelemekle başlayalım” (s. 91-92).
Şenel, Alaeddin, Doko, Enis, Çörekçioğlu, Hakan ve Hepkon, Haluk (2010). Şifrelerden Sembollere Dan Brown, Kırmızı Kedi Yayınları, İstanbul.
Bir Cevap Yazın