Robert Zimmer – Felsefe Portalı

Wittgenstein, Tractatus’la mantık ile gizemcilik arasında bağ kurmayı başardığı görüşündeydi. Kanaatine göre neyin anlamlı biçimde söylenebileceğini ve neyin sadece gösterilebileceğini açıklığa kavuşturmuştu. Geriye yapılacak bir şey kalmamıştı. Wittgenstein, bu suretle mantık ve dünya ile yaşamın anlamı konularında son sözü yazmış olduğu inancını, o tipik mutlaklık iddiasıyla daha giriş kısmında dile getirir: “Kitap felsefi problemleri işlemekte olup, -inanıyorum ki – bu problemlerin soru oluşturmasının dilimizin mantığının yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını göstermektedir. Kitabın bütün anlamı aşağı yukarı şu sözlerle ifade edilebilir: Söylenmesi mümkün olan şey net biçimde söylenebilir; üzerinde konuşulması mümkün olmayan konuda susulmalıdır… Diğer taraftan, bu kitapta bildirilen düşüncelerin doğruluğu bana kesin görünüyor. Diğer bir deyişle, bütün problemleri özünde nihai olarak çözdüğümü düşünüyorum.”

                Wittgenstein, yaşamla ilgili sorunlar üzerinde derin düşünmesinden çıkardığı sonuçlar doğrultusunda yaşamını da değiştirmişti. Ahlaki açıdan arınma ve yeni bir yaşama başlama niyetinde ciddiydi. Tractatus yayımlandığında akademik felsefecilerin ortamından çok uzaklaşmıştı. Tolstoy’un  çağrılarına uymuş, basit yaşamaya ve başkalarına yardım etmeye başlamıştı. Bir süre, bir manastırda bahçıvan yardımcısı olarak çalıştı. Babasından kalan servetten payına düşeni kardeşlerine veya maddi durumu iyi olmayan sanatçılara verdi. İyi yaşamasını bilen ateist Russell 1922’de Wittgenstein’i Innsbruck’da ziyaret etti; kendini mantık üzerine bir tartışmaya hazırlamıştı. Ama dini ve etik konulara yoğunlaşmış  olan Wittgenstein’la konuşacak pek bir şey bulamadı. Kitabın etik ve gizemcilikle ilgili niyetleri karşısındaki bu tutum, Tractatus’un yarattığı etkinin tarihinde de görülür. Eserin 20. Yüzyıl felsefesi üzerinde muazzam etkisi olmuştur. Kant’ın  Arı Usun Eleştirisi gibi bu kitap da, felsefe tarihinde yeni bir dönem başlatmış ve felsefi bakış açısının değiştirilmesine yol açmıştır. Fakat bu yeni yönelim bütünüyle, felsefeyi “daha mantıklı” ve “daha bilimsel” yapma çabaları çerçevesinde kalmıştır.

                Dünyanın her zaman sadece dilin süzgecinden geçirilerek deneyimlenebildiği teziyle Wittgenstein 20. Yüzyıl felsefesindeki en büyük devrimlerden birini, “dilsel dönemeç”’i (linguistic turn) başlatmıştır. Wittgenstein sayesinde dil felsefesi , 20. Yüzyılda felsefenin temel disiplinlerinden biri olmuştur. Nitekim dilsel çözümleme felsefesi, Wittgenstein’ın dildeki çok anlamlılıkları ve belirsizlikleri aydınlatma veya ortadan kaldırma talebini benimsemiştir.

                Moritz Schlick ve Rudolf Carnap etrafındaki filozof ve bilim adamlarının oluşturduğu bir grup olan “Viyana Çevresi” nde  Tractatus, yeni bir “bilimsel” felsefenin İncil’i olarak görülmüş ve satır satır okunmuştur. Viyana Çevresi mantıkçı olguculuğun beşiğiydi. 20. Yüzyılın bu felsefi akımı sadece ve sadece deneyime dayanan ve gerek matematik gerek mantık açısından doğru bir biçimi olan önermeleri kabul ediyordu. Fakat Wittgenstein’ın kendisi mantık açısından kusursuz bir “ideal dil” çalışmalarını sonraları bırakmıştır.

                Tractatus’un  Janus başı gibi iki yüzü olan bir metin olduğu da unutulmamalıdır. Mantıki dilsel çözümlemelerin ve doğruluk cetvellerinin arkasında modern bir gizemci görünür. Tractatus, söylenebilen ile söylenemeyen, rasyonel olanla us dışı olan arasındaki dar şeritte o kadar ısrarla dolandığı için felsefe tarihinin en çok esin ve heyecan veren metinlerinden biri olarak kalmıştır. Wittgenstein yaşamın gerçekten önemli şeyleri konusunda susmak gerektiği sonucuna varmış olsa da, Batı felsefesinin usçu geleneği doğrultusunda yine de bunun niçin böyle olduğunu temellendirmeye çalışmıştır. (s.208-209-210)

Wittgenstein Lutwig (2008). Felsefe Portalı, (çev. Leyla Uslu)  Arkadaş Yayınevi, Ankara

Yorum bırakın

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑