A.M. Celal Şengör – Aptalı Tanımak

şengör

 

Yobazlar Gezegeninde Üniversite?

19 Mart 2005, Cumhuriyet Bilim Teknik’te Yayımlanmıştır*

“Bugün, tüm dünyanın akılcı düşünceden tamamen uzaklaşmış, kendini inanca ve onun ürünü olan dinsel düşünceye vermiş sistemlerin egemenliğinde olduğu varsayılan bir durumda, şimdi anladığımız anlamda bir üniversitenin mümkün olup olmadağını tartışacağım. Böyle bir durum 4. Yüzyıl’la 10. Yüzyıl Avrupası için geçerliydi. İslam alemi benzer bir duruma 14. Yüzyıldan sonra sürüklendi.

Avrupa’nın Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra içinde yaşayanlar için pek korkunç bir yer olmuş olması gerekir. İlk Çağ’ın uygar şehirleri gitmiş, yerine küçük, pisliğe batmış, haraca bağlanmış köy toplulukları gelmişti. İlk Çağ’ın muntazam şehir devletlerinin ve daha sonra büyük İmparatorluk teşkilatının yerini, hırsız derebeyleri almış, halk bu silahlı hırsızlarla, kendilerini ahiretlerini çalmakla tehdit eden dini hırsızların arasında kalmıştı. Eğitim hemen tamamen çökmüştü. O kadar ki, Alman Milletinin Kutsal Roma İmparatoru Şarlman okuma yazma bilmeyen bir yöneticiydi. İnsanlar; cinler, periler, cadılar, hortlaklar ve şeytanların doldurduğu korku dolu bir manevi alemde yaşıyor, ölümden sonra da cehennemin korkunç çilelerinin kendilerini beklediği inancıyla yaşamlarının her dakikası dayanılması güç bir işkence şeklini alıyordu. Tek kurtuluş, her şeye rağmen ahlaksız papazların himmetinde gibi görünüyordu.

Bu şartlar altında bilimsel eğitimin sığınabileceği tek yer manastırlardı. Manastırlar dinsel kurumlar olmakla beraber keşişlerin tüm ihtiyaçları karşılandığından en azından bir kısmına bolca boş vakit bırakan kurumlardı. İşte bu boş vakitlerde bazı manastırlar İlk Çağ’ın büyük kütüphanelerinin harabelerinden toplanan kitapları barındıran kütüphaneler oluşturdular. (İlk Çağ’dan bize ulaşan kitap sayısı toplam kitap sayısının 39/40’ı olarak tahmin edilmektedir!) En büyük yıkımın çevresinde kalıp bu yıkımdan az etkilenen İrlanda gibi daha önce kimsenin aklına daha gelmeyecek yerlerden Dicuil gibi bilgili keşişler çıktı ve Şarlman’ın en yakın adamlarından oldu. Daha sonra Müslüman alemden 10. Yüzyıl’da akmaya başlayan bilgi eski bilgi kırıntılarıyla birleşince 11. Yüzyıl’da ilk kilise reformuna yol açtı. Arkadan da 12. Yüzyıl’da ilk Rönesans Hareketi oldu.

Avrupa’yı (ver dünyayı) kurtaran, hem Avrupa’da hem de Müslüman dünyasında saklanabilen İlk Çağ’ın bilgileri ve her iki kültür çevresinde de bunların üzerine dinsel baskıya rağmen eklenebilen bilgiler olmuştur. Tüm bilginin tamamen kaybolduğu bir dünyada Rönesans, yani yeniden doğuş olamaz. Her şeyin baştan keşfedilmesi gerekir ki, bunun da asla garantisi yoktur. Bu nedenle üretilmiş bilginin korunması insanlığın en önemli görevlerinden biridir. Aynı nedenle kütüphanelerimiz ve müzelerimiz en önemli varlıklarımızdır. Bunlar büyük bilim felsefecisi Karl Popper’in Dünya III adını verdiği varlıkları oluştururlar. Popper’e göre, Dünya I düşünce nesnelerini, Dünya II de düşünce süreçlerini oluşturur. Dünya III ise bunların somut ve kaydedilmiş ürünleridir. Popper, Dünya I ve Dünya II’nin etkileşimlerinin her zaman aynı Dünya III’ü yaratmalarının hemen hemen imkansız olduğunu sık sık vurgulamıştır.

Bu nedenlerle, üniversitelerimizin yanısıra Dünya III ürünlerini barındıran kütüphane ve müzelerimizi, bizzat Dünya III ürünü olan her türlü anıtlarımızı, mimari ürünlerimizi büyük bir hassasiyetle korumamız gerekmektedir. Bunların oluşturulup korunması da aslında üniversitenin görevleri arasındadır. Ama günün birinde üniversite çöker giderse, onun tekrar ayağa kaldırılması ancak ve ancak korunabilmiş Dünya III ürünleri sayesinde olacaktır. Koruma ve restorasyonun temel felsefesi de aslında bu olmalıdır.

Dünya III ürünlerinin korunamadığı bir yobazlar gezegeninin, külliyen Orta Çağ Avrupası gibi bir cehenneme dönmesinin önüne hiçbir engel konamayabilir. Böyle bir gezegende, bizim bugün anladığımız anlamda bir üniversite de asla oluşmayabilir. Dolayısıyla elde edebildiklerimizin kıymetini bilmek, yeni kazanımlar yapabilmenin temel şartlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır” (s. 89-91).

 

Şengör, A.M.C. (2015). Aptalı Tanımak, Ka Kitap, İstanbul.

 

Ek Okuma Önerisi:

Umberto Eco – Gülün Adı

Felsefede ‘Cogito’ ve Sanatta ‘İmza’ Örneklerinde Modern Özne-nin Ortaya Çıkışı

A.M. Celal Şengör – Aptalı Tanımak” için bir yanıt

Add yours

  1. Gerek Roma (Şehri-Devleti-Cumhuriyeti-İmparatorluğu) gerekse de İslam coğrafyasının bilimsel anlamda batağa saplanması mal birikiminin ve paylaşımının neredeyse tamamlandığı veya kanunlarla belirli bir forma sokulmasıyla eşzamanlı olması beni çok şaşırtıyor. Oluşan refahın bilimsel bilginin de gelişimine katkı yapması beklenir ki öyle olmamış gibi görünüyor. Tam da burada biriken malın tekelleşmesiyle birlikte birilerinin de bilgiyi ele geçirip ulaşılmasını zorlaştırdığı, tuhaf ama gayet anlaşılır bir tavrın da geliştiğini gözlemliyorum.

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: