
İbni Haldun’a göre devlet ve medeniyetlerin kuruluşları, gelişmeleri, duraklamaları, gerilemeleri ve yıkılmaları tesadüfen vuku bulmaz, çünkü bir medeniyetin bütün müesseseleri, yani devlet, şehir, iktisadi hayat ve ilimler arasında sıkı münasebet vardır ve birinde vuku bulan değişiklik diğerlerine tesir eder. Binaenaleyh, İbni Haldun’un maliye hakkındaki düşünceleri onun medeniyetlerin yükseliş ve yıkılma teorisinin dışında ve ayrı bir disiplin olarak incelenemez. Devlet en yüksek siyasi müessese olmakla kalmaz; aynı zamanda şehirler inşa eder, iktisadi müesseseler kurar ve tekâmül ettirir, büyük bir tüketicidir, sanatları ve ticareti geliştiren talebi yaratır ve ilimlerin inkişafını teşvik eder. Medeniyet devletle büyür ve gelişir ve yine devletle sona erer. Binaenaleyh, maliye ilmi, yani devletin giderlerinin ve gelirlerinin değişmesi, bunların iktisadi hayata tesiri, vergiler, vergileme prensipleri, vergi hadleri ve yükleri bir bütün halinde ve devletin vuku bulan çeşitli değişikliklerle olan münasebeti bakımından incelenmelidir.
İbni Haldun’a göre devlet insan varlığının ve insan tabiatının yarattığı bir müessesedir. Bu müessese çeşitli fonksiyonlar ifa eder. Toplumu düşmanlarına karşı korur; halk arasında meydana gelebilecek husumetlere mani olacak kanunları yapar ve tatbik eder; mülkiyete taarruzları önler; halkın yaşayış tarzı ile ilgili meseleleri, gıda maddelerini, vezin ve terazileri kontrol eder; kalpazanlığa mani olur; ve bütün bunlara ilaveten siyasi lider olarak halkın kanunlara itaatini sağlar. Şu halde devlet iki ana hizmet sağlar: kılıç ve kalem. Kılıç askeri hareketler, hudutların muhafazası ve cürümlerin cezalandırılması ile vazifelendirilir. Kalem ise vatandaşlarla ilgili hususlarla ve bilhassa devlet idaresi, gelir ve giderlerle uğraşır. Bunlar devletin üç ana direğini teşkil eder. Bütün hükümet fonksiyonlarından hükümdar mesuldür. İdare hükümdarın başyardımcısı vezirdir ve hükümdara devlet idaresinde icap eden tavsiyelerde bulunur. Bu bakımdan vezirlik idarede en yüksek mertebedir. Devletin muhtelif işlerinde çalışanlar daima vezir rütbesinin altındaki mevkidedirler.
Kılıç ve Kalem hükümdarın devlet idaresinde kullandığı iki vasıtadır. Bu iki vasıtadan hangisinin daha önemli olduğu medeniyetin ve devletin inkişaf safhasına bağlıdır. Başlangıçta hâkimiyet daha mühim olduğundan Kılıç Kalem’den daha üstündür. Medeniyet sonuna yaklaştıkça ve asabiyet zayıfladıkça dış tehlikelerin artması dolayısıyla Kılıç tekrar ehemmiyet kazanır. Buna mukabil, medeniyet zirvesine ulaşıp gelirler artınca ve devlet masrafları bayındırlığa, şehirlerin güzelleştirilmesine, ilim ve sanatın teşvikine yöneltildiğinde Kalem ve bilhassa mali idare, Kılıç’a galebe çalar.
Devlet hâkimiyetinin iki temeli vardır: biri toplumun yarattığı tesanütten doğan otorite ki askeri kuvvetlere dayanır; diğeri ise mali kaynaklardır ki bunlar ilk olarak siyasi iktidarı sağlayabilmek gayesiyle yapılan askeri masrafları ve iktidar sağlandıktan sonra devletin verdiği ve yaptığı hizmetleri finanse etmek için kullanılır. Mali kaynaklar esas itibariyle fethedilen topraklardan alınan haraçlardan, kazanılan savaşlardan elde edilen ganimetlerden, devletin kurduğu ticari teşekküllerden elde edilen karlardan ve, en önemlisi, vergilerden oluşur. Vergi, halkın gelirlerinin bir kısmının devlet hâkimiyetine dayanılarak kamu bütçesine aktarılmasıdır. Vergilerin kanunlara ve tesis edilmiş olan muayyen prensiplere göre tahsil edilmesi şarttır. Aksi takdirde vergi servetin ve gelirin müsaderesi olur. Vergi müsadereye dönüştüğü takdirde, elde edilen gelirler tarım, sanayi ve ticaretten kanuni yoldan elde edilen devlet gelirleri kategorisine giremez.
İbni Haldun’a göre iktisadi faaliyetlerden elde edilen bütün gelirler el emeğinden doğan gelirlerdir. Ayrıca İbni Haldun vergileme prensiplerini de açık bir şekilde ifade eder. Bu prensiplere göre vergiler hakkaniyete, adalete, müsavata, genelliğe ve ödeme kabiliyetine göre tarhedilmelidir. Hiç kimse asaletinden veya servetinden, hükümdara yakınlığından veya onunla dostluğundan dolayı vergiden muaf tutulamaz; vergi yükü ödeme kabiliyetini aşamaz ve tahammül edilemeyecek kadar ağır olamaz. Bu kaidelere riayet halkta memnuniyet sağlar; ihlali ise devletin ve devletin yarttığı medeniyetin çöküşüne sebep olur.
Vergi gelirleri devletle yükselir ve devletle çöker. Medeniyet ve kültür ilk önce en basit ihtiyaçları gidermek için iptidai istihsal metotları kullanır. Fakat devlet bedevilikten hazeriliğe geçip medeniyet ve kültür buna paralel olarak ilerledikçe lüks maddelere, konfora talep artar, bu talep yeni istihsal metotları icap ettirir ve devlet basit bir idare tarzı olmaktan çıkar, sosyal ve hukuki müesseseli karmaşık bir sistem olur. Basit bir idare olduğu müddetçe devletin büyük gelirlere ihtiyacı yoktur. Zira vatandaşlara temin edeceği ve temin etmeye mecbur olacağı hizmetler son derece mahduttur. Fakat devlet büyüyüp genişleyip mutlak bir hâkimiyet elde ettikçe temin edeceği mal ve hizmetlere karşı talep artar. Bu talebi karşılamak için daha zengin mali kaynaklar elde etmesi icap eder. İktisadi refahın artması devletin bu gelirleri elde etmesini mümkün kılar. Fakat devletin mutlak hâkimiyeti gitgide kuvvetlendikçe iktisadi refah dumura uğrar ve netice olarak vergi gelirleri azalmaya başlar.
Vergi gelirleri sadece vergi hadleriyle değil, bu hadlerin istihsal hacmi ve müstahsillerin üzerinde yaptıkları tesirlerle dalgalanır. Başlangıçta devletin iptidai şeklinde vergi yükü oldukça hafiftir. Eğer devlet İslami kanunlara göre kurulmuşsa, vergi hadleri zaten önceden tayin edilmiştir ve arttırılamaz. Bu vergiler sadaka, öşür ve zekâttan müteşekkildir. Topraktan alınan vergi, yani haraç, devletin hemen de yegâne gelirini temin eder. Eğer devletin tebaası arasında Müslüman olmayanlar varsa onların askerlikten muaf olmalarına mukabil ödedikleri cizye toprak üzerinden alınan haraca ilaveten toplanır. Devletlerin gelişmelerindeki ilk safhalarda masraflar az olduğundan vergi hadleri de düşüktür. Düşük vergi hadleri iktisadi faaliyeti teşvik eder. Bu suretle büyüyen ve genişleyen işletmeler vergi hasılatını arttırır. Artan vergi hasılatı zorunlu olan masraflardan fazla olduğu için bütçede gelir fazlalığı meydana gelir. Hazariyetin ilerlemesi yerleşik kültürde, alışkanlıklarda ve ihtiyaçlarda lükse doğru gidişi arttırır. Devlet masrafları artar, zira devlet bürokrasisi genişler, askeri ve mülki idarede çalışanların sayısı artar ve bunların maaşları yükselir, bayındırlık ve şehirleri güzelleştirme masrafları artar. Artan masrafları karşılamak için gelirlerin de artması zorunlu bir hale gelir. Mevcut vergilerin hadleri yükseltildiği gibi satış vergilerine ve ithalat ve ihracat gümrük vergilerine başvurulur. Bu vergiler kifayet etmezse devlet özel mülkü müsadere etmeye başlar ve ayrıca devletin kendisi de iktisadi hayata katılır ve ticarete girişir.
Vergi hasılatını arttırmak için yukarıda zikredilen metotlardan hiç biri arzu edilen sonucu veremez. Vergi hadlerinin yükseltilmesi başlangıçta istihsalde aksi bir tesir yaratabilir, fakat zaman geçtikçe aksi tesirler ortaya çıkar. Zira yüksek vergiler karları azaltır, işletmeler istihsali tahdit eder ve hatta durdurur. Neticede vergi hasılatı düşmeye başlar. Elde edilen sonuç beklenenin tam tersidir. Gelirleri azalan devlet vergi hadlerini daha da yükseltirse iktisadi inisiyatifler bütün bütün dumura uğrar, netice medeniyetin çökme safhasına girmesidir.
Şahsi mülkiyetin devlete gelir temin etmek amacı ile müsaderesi de çıkar bir yol değildir. Servetin kamulaştırılması suretiyle devlete gelir temin etmek özel mülkiyete el uzatmak demektir. Bu takdirde servet birikimi fertler için cazip olmaktan çıkar, iktisadi faaliyetlerde bulunmak ve servet yaratmak inisiyatifi ölür. Neticede piyasa durgunlaşır, daha iyi iş imkânları aramaya çalışanlar başka ülkelere göç etmeye başlar. Bunun da neticesi kıymeti yaratan el emeğinin azalması ve istihsalin kısılmasıdır. Gelirleri azalan devlet cemiyete vermek zorunda olduğu hizmetleri veremez bir duruma gelir. Çökmeye başlayan devletle toplumun içinde yaşamış olduğu medeniyet de çökmeye başlar. Şu noktayı hatırlatmak gerektir ki, on dokuzuncu yüzyıldan bugüne kadar maliyecileri meşgul eden ‘optimum’ vergi haddini ve vergi ile iktisadi faaliyetin arasındaki münasebeti İbni Haldun çok daha evvel görmüş ve çok mantıki bir şekilde Mukaddime’de izah etmiştir.
Gelirleri arttırmak için üçüncü bir çare olarak İbni Haldun devlet iktisadi teşekküllerinden ve devletin istihsale iştirakinden bahseder ve bu çarenin yapacağı olumsuz tesirleri Mukaddime’de uzun uzun inceler. Devletin ticari ve zirai faaliyetlere girişmesi özel müteşebbislerle rekabete yol açar ve bunlar karlarını kaybettiklerinden iflasa kadar gidebilirler; bu yüzden istihsalden vazgeçerler. İstihsalin ve ticaretin azalması satışlardan ve gümrüklerden alınan vergileri azaltır, yani devlet teşebbüsleri fayda yerine zara verir ve devletin ve medeniyetin çöküş yolu başlamış olur.
İbni Haldun’un on dördüncü yüzyılda söylediklerini hemen de bütün dünya ve bilhassa özellikle iktisaden geri kalmış memleketler yirminci yüzyılın yarısından sonra yaşadılar. İktisadi kalkınma çaresi olarak devlet sosyalizmi yoluna giden ve kamu iktisadi teşekkülleri kuran memleketler, iktisaden gelişeceklerine serbest teşebbüsün boğulduğunu, bir çok sebeplerle zarar eden tekelci teşekküllerin ancak bütçeden yapılan transferlerle ayakta durduğunu ve sonunda yegâne çarenin, yani iktisadi kalkınmanın, yegâne yolunun özel teşebbüs olduğunu görmüşler ve “özelleştirme” yoluna gitmişlerdir. (s.102-103-104-105-106-107-108-109).
Haldun İbni Hitabevi Yayınları 3. Basım tarihi Aralık (2014) Hayatı Ve Eserleri Üzerine Düşünceler, (Yazar: Fuat Andıç – Süphan Andıç- Mustafa Koçak). Ankara
Bir Cevap Yazın