Ahmet Hamdi Tanpınar – Aydaki Kadın

aydaki-kadin

“Suat kendi tablosunu etajerlerden birinin üstüne asmıştı. Fakat etajerin üstünü yan yarıya boşaltmış, sadece Selim’in koyu jad lacivert rengi ve biraz da biçimi için beğenip aldığı ucuz, ne idüğü belirsiz bir vazoyu yerinde bırakmıştı. Zaten tablonun etrafını da boşaltmıştı. Resim ilk bakışta kahverengi, lacivert, koyu yeşil renkleriyle, onların susturduğu, aslına irca ettiği mavileriyle karanlık görünüyordu. Fakat biraz dikkat edince bu karanlığı yer yer şimşekleyen beyazlan, büyük lekeler halinde sarıları, turuncu ve kırmızılarıyla zannedildiğinden fazla renkli olduğunu anladı. Asıl mühim olanı bu perspektifsiz resimdeki derinlik vehmiydi. Öyle ki bu figürsüz tabloya, hiçbir yerde geçmeyen bu trajediye bir maden kuyusuna iniliyor gibi iniliyordu. Ve bu intizamsız derinliklerde acayip beyazlıklar hemen her istikamete kaçıyor gibiydi. Suat eserinde bazı nonfigüratifçilerin bütün oyunlarını kullanmışa benziyordu. Parça parça bakınca tabloda peyzaj, mimari, insan figürü, her şeyi bulmak mümkündü, yalnız bazı fazlalıkları atmak, ilk taslak diye alacağınız şeyleri zihnen düzeltmek şartıyle. Bununla beraber bu cins tablolarda sık sık rastlanan dağınıklığa düşmemişti tablo. Tek bir merkezin etrafında toplanmasa bile hiç olmazsa bir bütün gibi görülüyordu. Onun için göz ve zihin şaşırıyordu.
Selim tabloya biraz daha alışınca bu nonfigüratif eserin hakikatte Paris metrosu olduğunu vehmetti. Fakat bir rüyada hatırlanır gibi metro idi bu. O dört bir yana doğru kaçan beyazlıklar insanda aranan bir şey, canlı ve sevilen bir mahluk vehmini doğuruyordu. ‘Ah biraz daha havalı, biraz daha resim olsa…’ Çok uğraşılmış eserin kendine mahsus bir trajiği olduğu muhakkaktı. Şimdiki haliyle bizi o yarım kalmış ihtişamlarıyle meşgul eden yan muamma, yan psikolojik dokunan eserlerden biriydi. ‘Mutlaka bir şey söylemek istiyor. Fakat bir türlü söyleyemiyor. .. Hakikaten böyle mi? Yoksa daha başka bir şey mi?.’ Selim tablonun önünde sağa sola dolaştıkça bilmediği bir dilde behemahal derdini anlatmağa çalışan bir adamın halini seziyordu. ‘Belli ki söylemek istediğini resme mal edememiş. Ressam gibi düşünemiyor. Daha ziyade acemi bir edebiyatçı, ham ruh hallerini olduğu gibi veren bir şair.’ Ve Selim sık sık gittiği Topkapı Sarayı’ndaki o iyi yontulmamış, altın kafeslerine olduğu gibi yerleştirilmiş mücevherleri düşündü. Selim sanatta kendisini yenmenin, imaj veya vizyona değişebilmelerini temin için ruh hallerini susturmanın en mühim şart olduğuna inanıyordu. İflas‘ın meselelerinden biri de buydu. Yarım kalmış romanın masa üzerinde sürünen müsveddelerine bir hüzünle ve iç sıkıntısıyle baktı. ‘Ne bugün ne de yarın çalışabileceğim . . . Bir aydır bu hep böyle.’ Bilhassa bu gece Leyla’mın evinden ne halde, hangi hislerle döneceğini bilmiyordu. ‘Evliliğin güzel tarafı ferdi hayatla bir çırpıda hesabı görmesi.’ Suat’a bunu tavsiye edecekti. Fakat asıl mesele bu muydu? ‘Acaba hakikaten ressam mı?” (s.29-30)

Tanpınar, Ahmet Hamdi (1987). Aydaki Kadın, Adam Yayınları, İstanbul.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: