Rene Descartes – Ahlak Üzerine Mektuplar

descartes - mektuplar

 

“Kraliçe Christine’e

Egmond, 20 Kasım 1647

   Madam,

Eski feylesofların söylediği anlamda anlaşılan üstün iyi hakkındaki kanaatimi Majestelerine anlatmak şerefine kavuşmanın kendilerinin arzularından olduğunu Mösyö Chanut’den öğrenmiş bulunuyorum; bu buyruk benim için öyle büyük bir lütuftur ki, ona boyun eğmek arzusu beni başka her türlü düşünceden uzaklaştırıyor, ve yetkisizliğime bakmaksızın, bu konu üzerine ne biliyorsam hepsini, burada birkaç kelime ile yazmaya sürüklüyor.

Her bir şeyin iyiliği, başka biriyle ilgili olmaksızın, kendiliğinde ele alınabilir, bu anlamda Üstün İyinin Tanrı olduğu apaçıktır, çünkü o yaratıklardan ölçülmez derecede daha tam ve eksiksizdir; fakat iyiliği, bizimle ilgisine göre de ele alabiliriz, bu anlamda da, ancak herhangi bir şekilde bize ait olan, ve kendisine sahip olmak, bizim için olgunluk olan şeyi iyi saymamız gerektiğini sanıyorum. Böylece, iman ışığı ile aydınlanmamış olan, eski feylesoflar tabiat üstü saadet üzerine bir şey bilmiyor, ancak bu dünyada elde edebileceğimiz iyileri (nimetleri) gözden geçiriyorlardı; aradıkları da, bunlardan hangisinin üstün yani daha esaslı ve daha büyük olduğunu bilmekti.

Fakat bu üstün iyiyi belirtebilmem için, ancak sahip olduğumuz yahut da sahip olabileceğimiz iyileri, bize göre iyi saymamız gerektiğini düşünüyorum. Bunu vaz’ettikten sonra, genel olarak, bütün insanların üstün iyisinin, ruhun olduğu kadar vücut ile talihin de, bazı insanlarda bulunabilen bütün iyiliklerinin bir yığını veya toplamı olduğunu sanıyorum. Fakat özel olarak her bir insanın iyisi tamamiyle başka bir şey olup, yalnız sağlam bir iyi işlemek iradesiyle, ondan gelen memnunluktan ibarettir. Çünkü bundan daha büyük görünen ve herkesin de malı olan başka bir iyi görmüyorum. Zira vücutla talihten gelen iyilikler mutlak olarak elimizde değildir; bütün ruh iyilikleri ise iki noktada toplanır: biri iyi olanı bilmek, öteki de onu istemektedir; fakat çok zaman bilgi gücümüzü aşar; dolayısıyla da mutlak olarak elimizde olan yalnız irademiz, istememizdir. Onu da en iyi elimizde bulundurmak imkanı, ancak, her zaman en iyi olduğuna hükmettiğimiz bütün şeyleri tamı tamına yapmak için, sağlam ve sabit bir karar sahibi olmak, zihnimizin bütün kuvvetlerini de onları iyi bilmek için sarfetmekle elde edebileceğini sanıyorum. Bütün faziletler yalnız bundan ibarettir: yalnız bu övülüp yüceltmeye değer; en sonra da, hayatın en büyük ve en sağlam memnunluğu her zaman yalnız bundan doğar. Böylece zannediyorum ki üstün iyi yalnız bundan ibarettir.

Böylelikle eskilerin en zıt ve en meşhur iki görünüşünü uzlaştırdığını sanıyorum, onlar da, Zenon’la Epiküros’un görüşleridir. Birincisi üstün iyiyi fazilet veya namusta, ikincisi ise zevk veya şehvet adını verdiğimiz memnunlukta görüyor: zira, bütün kötülükler, bilgisizlikten gelen ve nedametler doğuran kararsızlık ile zayıflıktan geldiğine göre fazilet iyi sandığımız şeyleri işlemekte gösterdiğimiz karar ve sebattan ibarettir, yeter ki sebat inattan değil de, onları iyiye incelemek ahlaken de yapabilecek güçte olmaktan gelsin. Bu takdirde yaptığımız kötü bile olsa, hiç değilse vazifemizi yaptığımızdan emin oluruz; kaldı ki kötülük etmeyi düşündüğümüz, yahut da işimizin iyilik ve kötülüğünü bilmek istemediğimiz halde, faziletli bir iş işlesek bile, faziletli bir adam gibi hareket etmiş olmayız; şeref ve itibara gelince, onlar daha çok talihin başka iliklerine yükletilir; fakat Majestenizin, faziletine, tacından daha büyük değer verdiğinden emin olduğum için, burada söylemekten çekinmem ki, bence haklı bir sebeple, övmeye değer biricik şey fazilettir. Başka bütün iyiler, övmeye değil, sadece beğenilmeye değerler, meğer ki hür irademizi iyi kullanmak suretiyle Tanrıdan elde edildikleri farz oluna. Zira şeref ve itibar bir nevi mükafattır, ve ancak irademize bağlı şeylere ceza veya mükafat verilebilir.

Şimdi burada bana, hayatın en büyük ve en sağlam memnunluğunun bu hür iradeyi iyi kullanmaktan geldiğini ispat etmek kalıyor; bu da bana güç görünmüyor, çünkü şehvet veya zevkin ve genel olarak elde edilebilen hür türlü memnunluğun neden ibaret olduğunu iyice gözden geçirince, görüyorum ki ilkin birçokları vücuttan gelse de tamamiyle ruhta bulunmayan hiçbiri yoktur: nitekim gözlerimiz yoluyla olsa da eşyayı asıl gören ruhtur. Sonra ruha bir memnunluk verebilen şeyde bir nimete sahip olduğu kanaatidir. Bu ise çokça ruhta pek belirsiz bir tasavvurdan ibarettir, hatta vücutla birleşmiş olması umumiyetle bazı nimetleri olduğundan çok daha büyük tasavvur etmesine sebep olmaktadır. Halbuki gerçek değerlerini açıkça bilmiş olsaydı, memnunluğu her zaman çıktıkları nimetin büyüklüğüyle orantılı, mütenasip olurdu. Gene şunu da görüyorum ki, bir nimetin, bize nazaran büyüklüğü, yalnız ibaret olduğu şeyin değeriyle değil, bilhassa bizimle ilgileniş tarzıyla da ölçülmelidir; bizde kendiliğinden en asil olarak bulunabilen biricik şey hür iradedir, çünkü o bizi bir bakımdan Tanrıya benzer kılmakta ve ona bağlı olmaktan kurtarır görünmektedir, dolayısıyla da, onu iyi kullanmak, bütün iyilerin en büyüğüdür, ve asıl bizim olan ve bizi en çok ilgilendiren iyi de odur. Böylece en büyük memnunluklarımız sadece ondan gelebilir. Nitekim, iyiyi bilmek için olduğu kadar elde etmek için de ellerinden geleni yapmaktan geri kalmadıklarını bilenlerin benliklerinde duydukları ruh huzuruyla iç memnunluğu, başka yerden gelen bütün zevklerden kıyaslanmaz derecede daha tatlı, daha devamlı ve daha sağlam bir zevktir.

Burada başka birçok şeyleri bir yana bırakıyorum, çünkü, Majestenizin bizzat idare buyurdukları, büyük bir krallıkta rastlanılan işlerin sayısını göz önüne alarak, kendiliklerinden bendelerini daha fazla dinlemelerini istemeye cesaretim yoktur. Fakat Mösyö Chanut’ye aynı konu üzerine fikirlerimi daha etraflıca açıkladığım birkaç yazı gönderiyorum. Kendisinden, eğer lütfedip de görmek arzu buyururlarsa, Majestenize sunmalarını rica ettim, böylece Majestelerine hizmette duyduğum şevk ile gösterdiğim sadakate bir delil daha eklemek istedim.

Madam,

Majestenizin,

Pek saygılı ve pek itaatli

Hizmetkarı

Descartes” (s. 119-123).

 

Descartes, Rene (1992). Ahlak Üzerine Mektuplar, (çev. Mehmet Karasan), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: