“İnsanlar, aldatılmış olmanın acınası bir durum olduğunu söylerler. Tam aksine, aldatılmış olmak çok daha acınası bir durumdur. Eğer insanın mutluluğunun tamamıyla gerçeklere dayandığını düşünürlerse, bunun oldukça yanlış bir düşünce olduğunu söyleyebilirim; çünkü mutluluk kişinin düşüncelerine dayanır.
İnsan ilişkileri o kadar çapraşık ve karışıktır ki, bu ilişkiler doğrultusunda, benim Akademisyenlerim’in de haklı olarak vurguladıkları gibi, hiçbir şeyin kesin olarak bilinmesi mümkün değildir. Akademisyenlerim’in arasında filozofları örnek olarak gösterebiliriz. Bir şeyler bilmek mümkün olsa bile, bu bilgi sizinle yaşamın hazları arasına girmekten öteye gidemeyecektir. Sonuç olarak, ,insanın aklı öyle ilginç bir biçimde şekillendirilmiştir ki, yalanlar onu gerçeklerden çok daha çabuk etkisi altına alır.
Eğer bunun açık ve net bir örneğini görmek isteyenler varsa, onlara herkesin ayakta uyuyup birbirlerine övgüler yağdırdığı ve ciddi bir konunun gündeme geldiği her zaman rahatsızlık duyan insanlarla dolu olan kiliselere gitmelerini öneririm. Vaizler atıp tutmaya başlarsa (affınıza sığınıyorum, sadece nutuk atmaya başlarlarsa demeye çalışmıştım) ve sık sık yaptıkları gibi nine masalları anlatmaya girişirlerse, dinleyenler dimdik oturarak ağızları açık kalarak dikkatle bu vaazı dinlemeye başlarlar. Ve yine, bir fablda takdir edilen efsanevi bir aziz söz konusuysa (eğer bir örneğe ihtiyaç duyarsanız George, Christopher veya Barbara’yı bu kategoriye dahil edebilirsiniz), onun Peter ve Paul’den ve hatta Hz. İsa’nın kendisinden bile çok daha fazla dini ilgi topladığını görebilirsiniz. Ama şu anda esas konumuz bu değil.
Mutluluğun sağladığı bu kazanç çok az şeye mal olur. Halbuki esaslı gerçekler dilbilgisi gibi oldukça önemsiz şeyler olsalar bile, insanlar bunları elde etmek için birçok zahmet çekerler. Diğer taraftan bir düşünce kolayca şekillendirilebilir ve aynı mutluluğa veya daha da fazlasına vesile olur.
Başka birisinin koklamaya bile katlanamayacağı bozuk bir balığı afiyetle yiyen bir kişiyi düşünün sadece… Bu onun mutluluğunu etkiler mi sizce? Halbuki, eğer bir yiyeceğin tadı bir insanı hasta edebiliyorsa, bunun insanı ne derece mutlu edebileceği meçhuldür.
Kocasının gözünde Venüs’e rakip olabilecek güçte olan oldukça çirkin bir kadın, gerçekten çok güzel olsaydı bu neyi değiştirirdi ki? Sarı ve kırmızı renklerle boyanan ustalıksız bir tablonun sahibi bu tabloya hayranlık duyarak bakıyorsa ve onun Apelles veya Zeuxis tarafından çizilmiş olduğuna kendini inandırmış olduğu için, gerçekten bu sanatçılardan birine ait olan bir tabloya oldukça fazla para veren bir kişi tablosuna bakarken belki de kendisinden daha az haz duyacaktır” (s. 122-124).
Erasmus (2001). Deliliğe Övgü, (çev. Derya Tekgöz), Gün Yayıncılık, İstanbul.
Bir Cevap Yazın