
9. SPENSER’IN YENİ-PLATONCULUĞU
VE OKÜLT FELSEFE:
JOHN DEE VE THE FAERIE QUEENE
Elizabeht dönemi şairlerinden, tanımlanabilir bir düşünce hareketi içerisine yerleştirilmiş biri varsa o da, çoğunlukla Yeni-Platoncu olarak nitelendirilen Edmund Spenser’dir. Eskiden kullanıldığı anlamıyla bu yafta, modern araştırmacıların açığa çıkardığı üzere, Ficino ve Pico’nun biçimlendirdiği Rönesans Yeni-Platonculuğunun içindeki Hermesçi-Kabalacı özü dışarıda bırakıyordu. Hakkındaki engin litaretüre karşın Spenser’ın Yeni-Platonculuğu henüz modern saflarda ele alınmış değildir, yine de son yıllarda eski Spenser eleştirmenlerinin hayal bile edemeyeceği kadar çok şey aydınlığa kavuşmuştur. Alaister Fowler, The Faerie Queene’de girift sayısal düzenler, eserin temalarında da yıldızlara ya da gezegenlere ilişkin bir düzen bulunduğunu savunur. Angus Fletcher, Britomart’ın İsis Tapınağı’ndaki rüyasında görülen Hermesçi- Mısırcı sahneye dikkat çekmiştir. Demek ki Spenser’ın felsefesine – bu sözcükleri kullanmak yerindeyse – yeni çözümler getirmek için çırpınan hareketler vardır.
Şimdiki bölümde Spenser’ın düşüncesini, bu kitapta özetlenen okült felsefe tarihi çerçevesine yerleştirmeye çalışacağım. Benim iddiam, Spenser’ın, Ficino ve Pico’nun biçimlendirdiği Yeni-Platonculuktan daha fazlasını miras aldığı yönündedir. Spenser, Reuchlin, Giorgi ve Agrippa gibi daha sonraki Hiristiyan Kabalacılarının, reform yanlısı hareketini miras almıştı. Güçlendirilmiş Kabalacı Yeni-Platonculuğu ya da sayılara ya da sayılara yaptığı vurguyla beraber, başlıca temsilciliğini John Dee’nin yaptığı Kabalacı-Yeni Pisagorculuğun varisiydi. Dee’nin gözünde başını Kraliçe I. Elizabeth’in çektiği, dünya çapında bir reform hareketine öncülük eden “daha güçlü bir felsefe” düşüncesini sahiplenecekti.
Edmund Spenser gibi ciddi bir püriten için okült felsefenin reformcu yanı herhalde güçlü bir çağrı olacaktı. Bu bölümde Hıristiyan kabalacı ve Platoncu Franceso Giorgi’nin eseri De Harmonia Mundi’nin, Spenser üzerinde en büyük etkilerden biri olduğu öne sürülecektir.
Bu kitabın önceki bir bölümünde, Giorgi’nin felsefesinin, Venedikli rahibin VIII. Henry’nin boşanma davasındaki duruşu nedeniyle Tudor reformcularınca hoş karşılanmış olabileceği düşünülmüştü. Bu düşünceyi burada daha ileriye götürememekle birlikte sadece anımsatmakla yetineceğim, bir de John Dee’nin kütüphanesinde Giorgi’nin eserinin de yer aldığını dolayısıyla eserin Dee’nin düşüncesinde güçlü bir etki bıraktığını tasavvur etmek için nedenimiz bulunduğunu yineleyeceğim. Giorgi’nin eseri özellikle şairleri çekiyordu. Son derece lirik ve şairane bir tarzı vardı. Dönemin Fransız şairleri Giorgi’yi kendilerine en yakın fılozof olarak görmüşlerdi; etkisi doğal olarak çağdaşlarına, Elizabeth şairlerine ulaşacaktı.
The Faerie Queene’in ilk üç kitabı 1590’da yayımlandı ama 1580’de basılan Spenser-Gabriel Harvey mektuplarından öğrendiğimize göre, şiirin yazımına bundan on yıl önce başlanmıştı. Spenser o sıralarda, Spenser-Harvey mektuplarında adları geçen, John Dee’nin iki öğrencisi, Philip Sidney ve Edward Dyer ile görüşüyordu. Dolayısıyla Dee’nin çevresindeki belli başlı şairlerle görüştüğüne göre Giorgi’nin eserinden de haberdar olabilirdi. Kraliçeye ve kraliçenin İmparatorluk reformuna düzdüğü methiyeyi dayandırabileceği çağdaş bir felsefe arayan Spenser, pekâlâ Venedikli rahibin dünya ahengi üzerine kaleme aldığı esere yakınlık duymuş olabilir. 1578 tarihli Fransızca çevirinin, Spenser’ın o tarihe kadar büyük olasılıkla başladığı şiirine fikir babalığı yaptığını düşünmek çok olası değildir, dahası Spenser ve arkadaşları, Fransızca çeviriyle ilişkilendirilebilecek Fransız eşe, Anjou’ya karşıydılar. Yine de Fransızca çeviri Giorgi’nin eserinin çağdaşlarınca bilinirliğini arttırmış olmalı.
Spenser’ın Hymnes’i [ilahiler], daima şairin Yeni-Platonculuğunun en açık ifadesi olarak görülmüştür. Hymnes ilk kez 1596’da, yani The Faerie Quenne’in arka plandaki felsefesinin bir açıklaması ya da savunması olarak tasarlamış olabilir. Hymnes, Platon’a ve Platon felsefesine atıflarla doludur; İlahilerdeki semavi aşk ve güzellik kültü başlangıçta Platoncudur. Ancak temel yapısı, evrenin katmanlarında Hermesçi bir iniş-çıkışa dayanır.
Hymne of Heavenly Beauty’de şair üç dünyadan geçerek yükselir; maddi dünyadan; gök kubbeden – Tanrı bunların hepsini “parlayan yıldızlar ekili” o küreyle çevrelemiştir -; Platoncu ideaların melekler hiyerarşisiyle birleştiği manevi alemden. Hymne of Heavenly Love’da yazar, Teslisin pek çok nurlu meleğe hükmettiği en yukarıdakinden başlayarak, üç dünyadan aşağı iner. Hymnes, kabından taşan bir Hıristiyanlık aşkı ve İncil öyküsünün şiirsel bir betimiyle doruğuna ulaşır.
Aynı şekilde Giorgi’nin De Harmonia Mundi’si de sonunda – üç dünyayı ayrıntılarıyla betimledikten sonra- yazarın Kabala gizem metinlerine aşinalığından etkilenmiş, lirik bir din aşkı çehresini almış, koyu bir Hıristiyanlığa çıkar. Kanımca Giorgi’nin yani Fransisken bir Kabalacının etkisi en çok, Spenser’ın Hymnes’deki lirik evangelizminde görülür.
Spenser araştırmalarında sözünü ettiğim son gelişmeler –Alaistair Fowler’in ve Angus Flechter’in çalışmaları- The Faerie Queene’deki sayısal düzenleri aydınlatmaya ve Spenser’ın temel bir imge olarak tapınağı kullanışı üzerinde durmaya odaklanmıştır. Biri numeroloji, öteki tapınakla ilgili ama temelde aynı olan bu iki zihinsel uğraş, en ayrıntılı biçimde Giorgi’nin eserinde bulunur. La Boderie kardeşlerin yaptığı Fransızca çevirinin önsözlerinde, Giorgi’nin eserindeki sayısal ve mimari imgeleme nasıl vurgu yapıldığını görmüştük. Bu kitap onlara göre, Evrenin mimarının kullandığı planı ya da modeli sunar. Matematikle “felsefe yapmayı ve Pisagor kuramını uygulamayı” bilenlerin gerçek anlamını anladığı Süleyman’ın Tapınağı gibidir.
Spenser’ın Alma Evi (The Faerie Queene, Kitap II. İx. 22) tasviri, mimari terimlere dökülmüş bir insan bedeni ve ruhu alegorisidir. Alma Evinin planı aşağıdaki gibi betimlenmiştir:
Yapı iskeleti kısmen dairesel
Kısmen de üçgendir o ilahi eserin;
Bu ikisi ilk ve son orandır,
Biri eksik, ölümlü, dişil;
Öteki ölümsüz, eksiksiz, eril;
İkisinin ortasında kare bir temel vardır
Oranı yediyle dokuzdur
Hepsi de iç içe iyi bir diyapazon oluşturur.
Spenser’ın burada betimlediği asıl şekli saptamak zordur ama genel anlamda üç dünyadan söz ediliyor gibidir. Küp yani kare dört elementten oluşan maddi dünyadır; yedi, yedi gezegenli gök kubbedir; dokuz ise Teslis üçgeni biçimini alan dokuz melek hiyerarşisinin bulunduğu arş-ı aladır. Bu üç dünya evrende bulunduğu kadar insanda da bulunur. Bu yüzden Alma Evinin mimarisi ve geometrisi insanın küçük dünyasının mimari terimlerle ifadesidir. Evin geometrisi bir dünya olarak “iyi bir diyapazon” ya da oktav oluşturur. Bu şiir kıtası Spenser’ın evrensel ahenk görüşü ve bu ahengin mimarideki alegorik ifadesine yönelik anlayışı için birincil derecede önemlidir. Fowler, yorumlama girişimlerinde Giorgi’yi kullanarak, bu kıtayla boğuşmuştur. Matematikle nasıl felsefe yapılacağını ve Pisagor kuramının nasıl uygulanacağını anlayanlar, Süleyman’ın Tapınağı’nın ardında yükselen ornları da görebilmelidirler.
Spenser, imgeleminin dikkate değer bir çabasıyla, İtalyan Rönesansı’nda son derece yaratıcı sanatsal ve mimari eserler veren düşünce tarzının çatısını, altyapısını, Francesco Giorgi’nin yaşadığı dünyayı özümsemişti. Bu fikirleri yaratıcı bir biçimde şiirleriyle ifade ediyordu. Şiirlerinde Rönesans ahengini veren Spenser’ın temel fikirleri kavrayışı, evrensel ahengin numerolojisini, evrenin büyük dünyasıyla insanın küçük dünyasındaki kusursuz tapınak oranlarını anlayışıdır.(s.107-108-109-110).
Yates Frances A.(1979) Pinhan Yayıncılık,Mart,(2013) Elizabeth Dönemi Okült Felsefe,(çev.Selen Ak).İstanbul
Bir Cevap Yazın