“Demek oluyor ki tarımdan ve ateşin kullanılmasından önce en eski kurban şekli, etini ve kanını tanrıyla tapınıcılarının ortaklaşa yiyip içtikleri hayvan kurbanıydı. Kurban törenine katılanlardan her birinin, önceden belirlenmiş ve düzenlenmiş bir şekilde, yemekten kendi payına düşen parçayı alması gerekiyordu.
Kurban, resmi bir seremoni, bütün klanca kutlanan bir bayramdı. Genellikle din herkese ait bir iş, dinsel görev ise bir toplumsal yükümlülüktü. Kurbanlarla bayramlar, bütün kavimlerde bir arada bulunmaktaydı ve kurbansız bayram yoktu. Kurban bayramı, herkesin sevinçle bencil çıkarlarının üstüne yükselmesi, topluluk üyelerinden her birini tanrısal varlığa bağlayan bağların açıkca ortaya çıkarılıp görülmesi için bir vesileydi.
Genel kurban yemeğinin ahlaki gücü, ortaklaşa yiyip içmenin anlamıyla ilgili çok eski bazı tasavvurlara dayanır. Başka biriyle birlikte yiyip, içmek, toplumsal ortaklığı pekiştirmenin ve karşılıklı yükümlülüklere girmenin aynı zamanda hem bir sembolü hem de bir aracı idi. Kurban yemeği, doğrudan doğruya, tanrı ile tapınanlarının sofradaşlığını dile getirmekte ve bu sofradaşlık bu iki taraf arasında olduğu var sayılan diğer bütün ilişkileri de kapsamaktaydı. Çöl Arapları arasında bugün de hala geçerli olan bazı adetler, birlikte yenen yemeğin, dinsel bir etkenin sembolik tasavvuru olarak değil fakat dolaylı bir şekilde, sırf birlikte yemek yeme eylemi olarak insanlar arasında bir bağ oluşturduğunu göstermektedir. Kim bir bedevinin yemeğinden bir lokma yer, sütünden bir yudum içerse, artık onun düşmanlık etmesinden korkması için hiçbir neden yok demektir; aksine, hiç olmazsa birlikte yenen yemeğin vücutta kaldığı düşünülen süre boyunca, onun yardımından ve korumasından emin olabilir. Şu halde, topluluk bağı tamamen gerçekçi bir tarzda düşünülmüştür; bu bağın güçlenmesi ve devam etmesi için, eylemin sık sık tekrarlanması gerekir.
Fakat birlikte yiyip içme eylemine atfedilen bu bağlayıcı güç, kudret nereden geliyor? En ilkel toplumlarda insanları şartsız ve istisnasız bağlayan tek bir şey vardır: hısımlık [kinship]. Hısımlar birbiriyle dayanışma halindedirler. Hısımlık tek tek kişilerden oluşan öyle bir gruptur ki, bunun hayatı fiziksel bir birlik oluşturur ve tek tek kişilerden herbiri ortak bir hayatın bir parçası olarak düşünülebilir. Bir hısım öldürüldüğü zaman ‘filancanın kanı aktı’ denmez, fakat ‘kanımız aktı’ denir. Kabile akrabalığını dile getiren İbrani sözü şöyle der: ‘Ben senin kemiğinden ve etindenim.’ Şu halde, hısımlığın anlamı şudur: ortak bir özün parçası olmak. Bunun için, hısımlık yalnızca insanı doğuran ve onu emziren özünden bir parça olmak olgusuna dayanmaz; fakat daha sonra yenen ve insanın bedenini korumaya ve yenilemeye yarayan besinler de hısımlığı sağlamaya ve güçlendirmeye yarayan şeylerdir. İnsan, bir yemeği tanrısıyla paylaştığında, onunla aynı özden olduğu inancını dile getirmiş olur ve hiçbir zaman da, yabancı olarak gördüğü biriyle bir yemeği paylaşmaz” (s. 199-201).
Freud, Sigmund (2015). Totem ve Tabu, (çev. Cenap Karakaya), Kabalcı Yayıncılık, İstanbul.
Kitabı okuyalı oldukça fazla zaman olmuştu, bölümü okumak kurban bayramı tantanasından hemen önce iyi geldi. Açıp yeniden okumak gerektiğini anladım şahsım adına. Anlam derinliği olan, günümüze ışık tutan geçmiş zaman tespitleriyle dolu. Paylaştığınız için teşekkürler.
BeğenLiked by 2 people
Kitabı okuyalı hayli zaman olmuştu, hatırlatma iyi oldu. Tekrar okumanın vakti an itibariyle gelmiş. Geçmiş zamanlardaki kaotik gelenekleri nasıl dogmatizm eşliğinde ilerletmeye devam ettiğimizin büyük bir kanıtı. Teşekkürler.
BeğenLiked by 2 people