“Postacı doğru onların yanına geldi. Albay geriye bir adım attı. Dayanılmaz bir kaygının etkisi altında mühürlü zarfın üstünü okumaya çalıştı. Postacı torbayı açtı. Doktora gazete paketini verdi. Sonra özel mektupların bulunduğu zarfı yırttı. Elindeki listeyle karşılaştırdı. Zarfların üstündeki adresleri bir bir okudu. Doktor gazeteleri açtı. ‘Hala Süveyş sorunu,’ dedi. ‘Batı ağırlığını yitiriyor.’
Albay başlıklara bakmadı. Midesine hakim olmaya çalıştı. ‘Sansür başladığından beri gazeteler yalnızca Avrupa’dan söz ediyorlar,’ dedi. ‘İyisi mi, Avrupalılar buraya gelsin, biz de Avrupa’ya gidelim. O zaman herkes kendi ülkesinde olan bitenden haberdar olur.’
‘Avrupalılara göre Güney Amerika bıyıklı, gitarlı, tüfekli bir adam,’ dedi doktor gülerek. ‘Meseleyi anlamıyorlar ki.’
Postacı mektupları dağıttı. Geri kalanları çantasına koyarak kapattı. Doktor tam özel mektuplarından ikisini okumaya hazırlanırken gözü albaya ilişti, zarfı yırtmadan postacıya sordu, ‘Albaya bir şey yok mu?’
Albay paniğe kapıldı. Postacı torbayı sırtladı. Yürüyüp giderken kafasını çevirmeden, ‘Albaya kimse yazmaz,’ dedi.” (s. 23-24)
Márquez, Gabriel García (1982). Albaya Kimseden Mektup Yok, (çev. Beril Eyuboğlu), Cem Yayınevi, İstanbul.
Bir Cevap Yazın