“Uzaklarda, çok uzaklarda bir yerde boğumlu ev saksıları içinde toprağına sımsıkı yapışmış, yumruk köklü karanfillerin tomurları açıyordu. Erkek bunu biliyordu, kadın da biliyordu. Boğumlu saksıların bellerine renkli krepon kağıtları sarılmıştı. Karanfiller akşamüstlerine doğru kopartılıyorlardı. Bayan ellerde, incecik, naylon kağıtlara desteklenerek yine baylan ellere götürülüyorlardı. Karanfiller hiç mi hiç eksilmiyorlardı. Onlar, hep uzaklardan, çok uzaklarda bir yerlerden yine öyle boğumlu, belleri kırmızılı sarılı krepon kağıtlarıyla bezenmiş ev saksılarında açacaklar, ama baylan ellerden baylan ellere hiç gitmeyeceklerdi.
Masanın duvardan yana olan kenarında bir su bardağı içinde sapsarı, bitkin, geçkin ağızlı bir aspirin karanfili vardı. Erkek, bardağı önüne çekti, içinden karanfili aldı, avucunda sıktı. Sıkı sıkıya sıktı. Kadın görmedi bunu, duvardaki kadransız saate bakıyordu.
(‘…Kapıda karşılandığında ona kim karanfil getirecek bir daha? Hiç kimse. Onun karanfil sevdiğini bir tek ben biliyordum. Benim karanfil getirmeyi sevdiğimi de bir tek o biliyordu.’)
Sonunda kadın gördü. Erkeğin kapanmış avucunun üst yanından karanfilin sıska taçyaprakları dışarı uğramıştı.
‘Yapma!’ dedi. Sesi soluk, renksizdi.
Erkek, kadını dinledi. Onu dinlemek hala hoşuna gidiyordu. Alçaltıcı ama tat verici bir duyguydu getirdiği. Avucunu açtı, ölü karanfil canlanmadı. O zaman yine bardağına, tortulu suyuna indirdi” (s. 37-38).
Dursun K., Tarık (2018). Sevmek Diye Bir Şey, YKY, İstanbul.
Bir Cevap Yazın