“Şimdiye dek söylediklerimi, vurgulamaya çalıştığım tezimin ışığında özetleyeyim: Bilgi candır, canlılığımızdır, toplumsallığımızdır. Tarihimiz, kültürümüz. Bilinmeyene karşı, gerçekliğin henüz bilemediğimiz yanlarına karşı bizi var kılandır.
Belki, bilgimize böyle bakamadığımız, onu canımızın bir parçası olduğunu anlayabilme gücünü gösteremediğimiz için bilgimize böyle bir bilgiyi, bilgisel tutumu katamadığımızdan, bilgimiz hayatımıza, hayatımız bilgimize yakışmıyor. Bilginin yozlaşmasında, iki uç görebiliriz:
a. Bilgi yaşamdan, candan kopuyor. Aşırı soyutlanıyor. Bilgi kendi içine kapanıyor. Modeller, teoriler çoğalıyor. Bu çoğalış, hakikatin ‘yüzlerini’ arama savını taşımıyor. Aşırı matematikleşme, formelleşme (örneğin ekonomide!) bilginin canına okuyor; bilgi açıklamaya, anlamaya, yaşatmaya çalıştığı insan yaşamına erişemiyor. Onun üzerinde etkili olamıyor. Matematiksel çözüm tekniklerine, istatistiğe aşırı yaslanma kaygısı, haddini bilmeye çalışma, sınırlarını aşmama, aşırı ihtiyatlı olma tutumu, bilginin pısırıklığına yol açıyor. Korkak, silik, çekingen, kendi içine tutsak, ancak uzmanın anlayıp can veremediği, yaşama katamadığı kişiliksiz bilgi oluşuyor (Bilgiden, ‘insanmış’, ‘bireymiş’ gibi söz ediyorum. Bunun bilgi ahlakı açısından gerekli olduğunu düşünüyorum!). Oysa bilginin bir kişiliği vardır.
b. Bilgi köleleştiriliyor. ‘Mesler erbabı’, teknisyenler, hekimler günlük yaşayışı içinde çoğumuz ‘hap’ haline getirilmiş, kullanım kılavuzları gibi ifade edilmiş, hazır malumatları seviyoruz. Bilgi, kullanılıp atılacak, sömürülecek, köleleştirilecek bir meta haline getiriliyor. Kaynakları, arkasındaki teoriler, tarih içindeki gelişimi unutuluyor. Bilgiye eziyet ediyoruz (Bilgiyle eziyet edildiğini zaten biliyoruz!).
Bilgiye aşırı saygı duyup onu abarttığımızda, ölçüyü kaçırıp onu canın üstüne koyduğumuzda, bilgi candan kopuyor. Bilimcilik hastalığı, teknokrasi yozluğu çıkabiliyor ortaya. Kibirli, kendini insandan üstün gören bir bilgiyle karşılaşıyoruz. Bilgi bizi eziyor.
Bilgiyi küçümsemek, bilinmeyenin oyuncağı olmaya götürüyor bizi. Karanlık, bulanık, deneyim ötesi alanlara bilginin dışındaki yollarla ulaşabileceğimizi sanıyoruz” (s. 41-42).
İnam, Ahmet (2010). Canım Yobazlarım Benim, Hayal Yayınları, Ankara.
Bir Cevap Yazın