“Sallanarak yürüdüm.
İnsanın biraz ekmeği olsa! Sokaklarda ısıra ısıra gidebileceği, bir küçük nefis çavdar ekmeği! Hem yürüyor hem de bu en iyisinden çavdar ekmeğini hayal ediyordum; şimdi yemesi ne hoş olurdu! Açlık iflahımı kesiyordu; ölmeyi yok olmayı özledim, duygulandım, ağladım. Sefaletim bitip tükenmek bilmiyordu! Ansızın sokağın ortasında durdum, vurdum ayağımı yere, bastım küfürü. Ne demişti bana o? Sersem ha? Bana sersem demek nasılmış, gösteririm ben o polise? Dönüp, gerisin geri koşmaya başladım. Öfkemden ateş püskürüyordum. Caddenin aşağısına ayağım sürçtü, yere düştüm, ama aldırmadım buna, hemen kalkıp yine koştum. Fakat istasyon meydanının orada, artık o derece yorulmuştum ki, daha aşağılara, limana gitmeye güç bulamadım kendimde; koşarken kızgınlığım da geçmişti zaten. Sonunda soluk soluğa durdum, derin nefes aldım. Öylesine bir polisin sözünün ne değeri vardı sanki? – Evet ama, her şeyi de sineye çekecek değilim ya! – Şüphesiz! diye kendim, kendi sözümü kestim. Eh işte onun da anlayışı o kadar! Bu özrü doyurucu buldum; onun anlayışının da eh işte o kadar olduğunu, kendime bir daha tekrarladım. Sonra da geri döndüm.
Hey Allahım, aklına neler de geliyor senin! diye düşündüm, öfkeli. Yağmurlarla ıslanmış bu caddelerde, geceyarıları, bir deli gibi koş, işin yoksa! Açlığın kemirişleri dayanılmaz bir hal alıyor, bende rahat huzur bırakmıyordu. Karnımı hiç değilse böyle doyurayım diye, hep yeni baştan tükürüğümü yutuyor, faydasını göreceğe de benziyordum. İş bu kerteye gelene kadar, son haftalarda yiyecekten yana günlerim pek nasipsiz geçmiş, şu son zamanlarda, enikonu kuvvetten düşmüştüm. Şansım yaver gitse de, şu veya bu manevra sayesinde elime beş kron geçirsem bile, bu para, yeni bir açlık dönemi üzerime çullanmadan bütünüyle kendime gelebilmeme kadar, dayanmazdı bana. Asıl ne oluyorsa, sırtımla omuzlarıma oluyordu; katı katı öksürecek, yahut öne fazla eğilmiş yürüyecek olsam, göğsüme saplanan burgunun acısına yine de bir an dayanabiliyor, ama sırtımla omuzlarımın sancısına karşı çaresiz kalıyordum. Bahtımın kapalı oluşuna sebep neydi? Yaşamak, başkaları kadar benim de hakkım değil miydi? Eski-kitapçı Pascha, sevkiyatçı Hennechen kadar? Yoksa, omuzlarım mı yoktu bir devin omuzları gibi; iki kuvvetli kolum mu yoktu çalışmak için? Günlük ekmeğimi kazanmak için, Möller caddesinde odun yarıcılık bile aramamış mıydım? Tembel miydim? İş bulmak için didinmemiş, üniversite derslerine devam etmemiş, gazete yazıları yazmamış, gece gündüz deli gibi okuyup çalışmamış mıydım? Cimri gibi yaşamamış, param fazla oldu mu, ekmek ve sütle, param az olunca kuru ekmekle karın doyurmamış mıydım? Hiç parasız kalınca açlığa katlanmamış mıydım? Otellerde mi oturmuş, ilk katlarda ayrı daireler mi tutmuştum? Bu izbede; son kış içeriye yağan karlarla, Tanrı’nın ve bütün dünyanın boşlayıp kaçtığı bir teneke atelyesinde barınıyordum. Bütün bunlar olup biterken, artık hiçbir şey anlayamaz olmuştum, hiçbir şey!”(s. 52-53).
Hamsun, Knut (2018), Açlık, (çev. Behçet Necatigil), Varlık Yayınları, İstanbul.
Sult (1966)
Bir Cevap Yazın