“…Tarihsel olarak, bir kültürün içinde belli bir dönemde var olan ve birbiriyle çatışan birçok kimlik bulunur. Foucault’un görüşlerinden yola çıkarak, bunlara ‘özne konumları’ da diyebiliriz. Bir söylemin içinde yaşarken, bize en anlamlı gelen, söylemi en rahat değerlendirebileceğimiz konuma kendimizi özne olarak oturturuz; zira hepimiz söylemlerin içine doğup yaşıyoruz, tıpkı ataerkil söylemin içine doğduğumuz gibi… Egemen söylem, tüm kurumların da içine sızarak bir süre sonra ‘görünmez’, ‘gerçek’ ve ‘normal’ olur. Örneğin, erkek egemen söylem hukuk sistemini de oluşturduğu için, ben evlenince eşimin soyadını almak durumunda kalırım. O ise benimkini almaya kalkarsa normalin dışına çıkmış, çok tuhaf bir şey yapmış gibi görünür.
Erkeğin egemen gösterildiği bu söylem okul kitaplarına da giriyor. Örneğin ‘mutlu’ aile hayatını gösteren bir okul kitabı resminde anne masa hazırlıyor, baba gazete okuyor, çocuk dersini çalışıyor. Bu ‘mutlu’ resimde kadının hep ‘hizmet’ ettiği gerçeği, bir süre sonra görünmez hale geliyor; babanın masa hazırlayıp annenin gazete okuduğu bir resim ise sorgulanıyor, çünkü böyle bir resimde kadın ‘bencil’, erkek ‘pısırık’ olarak görülebiliyor. Bunların hepsinin birden haksızlık olduğunu söyleyen kişi ise ataerkil söylemin içindeki özne konumuyla ‘feminist’tir. Her söylem, içeriden kendi direnişini de yaratır. ‘Mazbut aile kadını’ kimliğini sorunsuzca üzerine giyinip aile içindeki ikincil konumunu sorgulamadan kabul eden ve savunan kadın kimliğinin antitezi, bu söylemi sorgulayan ve değişmesi gerektiğine inanan, bu yolda çaba sarf eden ‘feminist’ öznedir.” (s. 38-39)
Yakalı Çamoğlu, Dikmen (2017). Kaynana Ne Yaptı, Gelin Ne Dedi? Ailedeki Kadınlar ve İlişkileri, İletişim Yayınları, İstanbul.
Bir Cevap Yazın