“Fakat bir düşüncenin susturulmasındaki asıl kötülük, onun insan soyuna, yaşayan nesle olduğu gibi gelecek nesillere karşı da bir haydutluk olması; o düşünceye taraftar olanlardan daha da fazla, o düşünceye katılmayanlara karşı bir soygunculuk olmasıdır. Eğer düşünce doğruysa insanlar yanlış olanı doğru olanla değiştirmek olanağından yoksun bırakılırlar: eğer yanlışsa, onlar hemen hemen aynı derecede büyük bir yararı, yani gerçeğin haksızlıkla çarpışması sonucunda onun daha açık olarak anlaşılmasını ve daha canlı bir etki yaratmasını, elden kaçırmış olurlar.
Her birinin, tartışmanın kendisine uygun düşen ayrı bir dalı bulunan bu iki hipotezi ayrı ayrı ele almak gerekir. Boğmaya kalkıştığımız düşüncenin yanlış bir düşünce olduğundan hiçbir zaman emin olamayız; bundan emin olsak bile, onu boğmak gene de kötü olurdu.
Önce: Otorite tarafından sindirilmeye çalışılan düşünce, pekala doğru olabilir. Onu ortadan kaldırmak isteyenler, çok doğal olarak, onun doğruluğunu yadsırlar; fakat hiç de yanılmaz değillerdirler. Sorunu bütün insanlık adına kesip atmaya ve diğer herkesi yargılama olanakların yoksun bırakmaya hiçbir yetkileri yoktur. Bir düşüncenin dinlenmesini, onlar bunun yanlış olduğundan emindir diye, yasaklamak, bir şeyin onların gözünde kesin olmasının mutlak kesinlikle aynı olduğunu kabul etmek olur. Her tartışmayı susturma, bir yanılmazlık taslamadır. Bunu suçlayıp mahkum etmek böyle sıradan bir kanıta dayandırılabilir; çünkü sıradan olması hiç de değerini düşürmez” (s. 209).
(Yay. Haz.) Çağla, Cengiz (2007). Mill, Say Yayınları, İstanbul.
Bir Cevap Yazın