BABA bölümünden…
“Şimdi, ansızın çıkıp geldiği, sabahın akşamı, yaptıkları konuşmaları anımsıyordu. Yine her zamanki tartışmalar, her zamanki çekişme ve bunların felsefi, politik yansımaları ortalığı doldurmuştu ve annesi, ‘çocuğu rahat bırak’, diye çıkışmıştı, ‘daha bugün geldi ve hemen yarın erkenden gideceğini söylüyor’, demiş sonra da kendince tatlı, akıllı bir dinleyici olan oğluna seslenmişti: ‘çok az yiyorsun oğlum’.
Gülümsedi, o gece son kez tutkulu, tavizsiz, esnemeyen görünümüyle, ‘şüphecilikle bilinemezciliğin sınırlarında geziniyorsun, bu yüzden burjuvaziyle her zaman uzlaşmaya meylediyorsun baba’, demişti. Felsefe kavramlar kullanmıştı; ama, her zamanki sertliğinde bir değişme yoktu, hep aynıydı, tam on iki yıl boyunca üniversiteyi terk ettiğinden bu yana olduğu gibi. O gecenin sabahında hepsi ayaktaydı. Alışkındı, olmak istediğini olmuştu; cesareti, aklı ve atılganlığıyla sıkı bir militan. Hep öyle oldu ve öyle kalacaktı.
Eve geldiğinde köyden, babasından gelen telgrafı gördü, torununu soruyordu, televizyonda söylenilenler gerçek miydi, söylendiği gibi cesedi bulunamamış mıydı? Bilgi ve telefon isteği… Normaldi, bilirdi çok severdi torununu, anlayamazdı neler peşinde olduğunu ama severdi. Ondan söz edilmesinden, anlatılmasından hoşlanırdı, kendine benzetirdi onu. Ne kadar benzedikleri tartışmalı. Birinin, on iki yılda evinde kaldığı süre iki yıl değil, cezaevlerinde yattığı süre dedesinden çok; diğerinin ise dağlarda kaldığı süre diğerinin evine uğradığı süre kadar. Biri ilkel çeteciliğe çocukluğunda başlamış; diğeri, söylenildiğine göre bilimsel sosyalist; olmak istediği militan; olamadığı, yaklaştığı ise gerçek bir Marksist savaşçı” (s. 155-116).
Atila, Fatih (1998). Alaturka Rapsodi, Can Yayınları, İstanbul.
Bir Cevap Yazın