‘’ Evlilikle ilgili bütün bu formüller ne boş hayal! Bugünkü aile yapımızın karanlık alanı üzerinde sözüm ona birtakım çözüm yolları! ‘Serbest birlik’, ‘serbest aşk’! Bu formüllerin uygulanabilmesi için her şeyden önce, insanlar arasındaki tüm toplumsal ilişkilerde köklü bir reforma girişmek gerekir; ayrıca, cinsel ahlak kurallarının, bunlarla birlikte bütün insanlık psikolojisinin de temelden köklü bir evrim geçirmesi zorunludur. Bugünkü insan psikolojisi, ‘serbest aşk’ ilkesini kabul etmeye gerçekten hazır mıdır? Peki ya, en sağlam kafaları bile kemiren kıskançlık? Ya derinlere dek kök salmış olan, yalnızca bedeninde değil, eşinin ruhu üzerinde bile mülkiyet hakkına sahip olma duygusu? Ya diğer kişinin herhangi bir kişisel davranışına saygı gösterme yeteneksizliği, sevilen kişiye isterse ‘egemen olma’, isterse onu ’köle yapma’ biçimindeki alışkanlık? Ya sevdiğimiz kişi bizi artık sevmediği için terk edip gittiğinde, içimizi dolduran o yalnızlık duygusuyla ilgili o büyük acı, o bırakılma duygusu? Bütün bu deneyleri geçirdikten sonra ‘yalnız’ ve bireyci insanın yöneleceği yol neresidir? En iyi halde, sevinçleri, acıları ve dilekleriyle kolektiflik, manevi ve entelektüel çabalarını yöneltebileceği bir ‘amaç’tır bu insan için. Ancak bugünün insanı, kolektifle kendi arasında kopmaz bağlar kuracak derecede düşünce ve duygu ortaklığı sağlayabilir mi? Kolektif yaşam, onun küçük kişisel zevklerinin yerini alabilecek ölçüde midir? Bizim bu, çelişkiler ve ayrılıklarla dolu dünyamızda, kendine yakın bir gönül dostu bulamayan bir sosyalist, bir kolektivist bile, son derece yalnız hisseder kendini. Yalnızca işçi sınıfında, daha birleşmiş, daha toplumsal düşünüşlü bu insanlar arasında, yeni ilişkileri müjdeleyen, o soluk ışığı fark edebiliyoruz.
Aile sorunu, yaşamın özü gibi karmaşık, karışık, çok çeşitlidir ve onu çözmeye olanak verecek olan bizim toplumsal örgütlenmemiz değildir.
Büsbütün nesnel koşullardan bağımsız olarak, proletarya ve kadın kesimi psikolojisinde, eski aile ilkelerinin düzeltilmesine karşı çıkanlar vardır. Hissedilemez biçimde gelişen ama geri dönüşü olmayan şey, kadının toplumsal üretim sürecine girmesi olgusundan sonra özgürleştiği, aile ocağından koptuğu ve ‘bir güzel günde’ özgürlüğe doğru aldığı yola sırtını çevirmesinin artık olanağı olmadığıdır; elbette ev işlerinin boğucu yükünün yeniden yüklenmeye de gereksinimi yoktur. Bakınız işçi kadının, toplumsal üretime ve giderek sınıf mücadelesine katılan meslek sahibi kadının ruhsal durumu ne de çabuk değişmekte! Önceleri asla kavuşamadığı bağımsız düşünce, özgürlük aşkı, kolektifliğe bağlanma yeteneği vb. gibi son derece değerli özellikleri nasıl da kazanıp geliştirmekte!’’ (s. 57-58).
Kollontay, Aleksandra (2016). Marksizm ve Cinsel Devrim, (çev. Derya Okutan), Ceylan Yayınları, İstanbul.
bunu okuyacağım…ilginc görunüyor.
BeğenLiked by 2 people