“Harikaların inanılırlıklarını azaltan bir dördüncü sebep olarak şunu ekleyebilirim: hiçbir harikada, hatta acıkça ortaya çıkarılmış olanlar da bile, bir tanıklık yoktur ki, sınırsız sayıda tanık tarafından aksi söylenmesin; öyle ki, mucize, tanıklığın inanırlığını yok etmekle kalmaz, tanıklık da kendi kendini yok eder. Bunu daha anlaşılır kılmak için şunu düşünelim: din konularında farklı olan her şey karşıttır, eski Roma, Türkiye, Siam ve Çin dinlerinin hepsini birden, herhangi bir sağlam temele oturtmak imkansızdır. Öyleyse bu dinlerden herhangi birinde olduğu iddia edilen bir mucizenin (ve hepsi de mucizelerle doludur) dolaysız amacı, atfedildiği sistemi yerleştirmek ise; ondaki aynı kuvvet, ama daha dolaylı olarak, başka bütün sistemleri yıkmağa da yönelir. Rakip bir sistemi yok ederken, o sistemin dayandığı mucizelerin geçerliliğini de yıkar; öyle ki farklı dinlerin bütün harikaları zıt olgular olarak ve bu harikaların delilleri de, zayıf olsun güçlü olsun, birbirlerinin karşıtı olarak görülmelidir. Bu akıl yürütme yöntemine göre MUHAMMED veya izleyicilerinin herhangi bir mucizesine inandığımız zaman, delil olarak elimizde birkaç barbar ARAP’ın tanıklığı vardır: Öte yandan TITUS LIVIUS; PLOUTHARKHOS, TACITUS ve kısacası kendi belirli dinlerinin herhangi bir mucizesini anlatan YUNAN, ÇİN ve ROMA KATOLİK yazar ve tanıklarının yetkilerine bakarken, bunların tanıklıklarına, MUHAMMED’in bir mucizesinden söz ederek kendi anlattıkları mucize konusundaki kesinlikle mucizeyi yalanlar olsalardı, onlara nasıl bir gözle bakacak idiysek, öyle bakmalıyız” (s. 98-99).
Hume, David (1976). İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma, (çev. Oruç Aruoba), Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara.
Bir Cevap Yazın